Adayarısında son günlerde yabacı öğrencilerin yaşadıkları zorluklarla ilgili afişe edilen iddialar var. Bunlar bizlere “bilimsel bulgular” olarak lanse ediliyor. Bu bulguların herhangi bir bilimsel temeli, bilimsel araştırma tekniği ve sadakat gösterilen bilimsel ve etik ilkeleri var mı bilmiyoruz. Konuyu sansasyonel olarak veren bu akademisyen ve bilir kişiler bilimsel metotla ilgili hiçbir açıklama yapmadan sadece “araştırma” “araştırmacı” sıfatlarını kullanarak konuyu irdeledikleri telkinini sürekli olarak topluma yedirmektedirler.

Bilim toplumun aynasını yansıtmak konusunda sağduyu ile yapılan çıkarımların ötesine geçerek sistematik bilgi toplama yöntemlerini kullanmak demektir. Çoğu zaman da bu sağduyusal çıkarımların tersine bulgular bilimsel veri olarak karşımıza çıkmaktadır. Yabancı öğrenci konusu “bilirkişi” sıfatı altında konuşulmasına rağmen herhangi bir bilim insanını tatmin edecek şekilde hangi bilimsel standartlar ve yöntemler kullanılarak bu bulgulara ulaştığını açıklamamaktadır.

Adayarsında her zaman anaakım çökmüşlüğün durumdan rahatsız olan muhalifleri vardır. Aslında bu anaakım çökmüşlükle muhalif çekişmesi birbirini besleyerek var olan sistemi devam ettirmektedir. Muhalifler sistem dişlilerinden değilmiş gibi yaparak kurumsal yapıdan eleştiri alırlar, eleştiriler üzerine birbirlerini şak şaklarlar ve ne işlerini ne aşlarını kaybetme riski yaşamak zorunda kalmadan yollarına devam ederler. Cesaret genellikle başka biçim güç ilişkilerinin ve korunmaların tezahürüdür ancak. Bu bilim gibi sunulan ama gazete yazısı gibi satılan yabancı öğrenciler sorununu da sistemin kendini yeniden üretmesi ve onun aracıları üzerinden değerlendirmek zorunluluğunu doğuran bir dizi soru ile karşı karşıyayız.

Yabancı öğrencilerle ilgili konuşulmayanları konuştuklarını, bilinmeyenleri açığa çıkardıklarını iddia edelere bir dizi bilimsel/toplumsal etik sorusu soramaya geçmeden önce bir hatırlatmada bulunalım: Nasıl akademisyenler ve bilim insanları yazdıklarını intihalle ilgili çerçevelerde etik standartlar içerisine yazmak zorundadırlar ve yazdıklarının hesabını bilim camiasına ve topluma vermek sorumluluğundadırlar, bilimsel standartları veri toplama ve veri analiz etme konusunda takip ettiklerini de yöntemlerini detaylı şekilde açıklayarak meşrulaştırmak zorundadırlar.

Hiç kimse belli bir popülasyonun sayısını vermenin bilimsel standartlar için yeterli olduğu iddiasını gerçek bir doktora okulundan çıkmış herhangi bir kişiye “veri” diye yediremeyeceğini de artık adayarısında bilmelidir. Yabancı öğrencilerle ilgili “bilirkişi” ve “akademisyen” sıfatları ardından yayın yapanlara sormak lazım:

1) Çalıştıkları araştırma enstitüleri (şirketleri) hangi proje çağrılarından kaç para fon alarak bu araştırmaları yaptılar?

2) Sponsorları kimlerdir?

3) Proje tanımı ve amaçları nelerdir?

4) Bu araştırmalar kaç kişi çerçevesinde yapıldı? Hangi tekniklerle katılımcılar toplandı? (bilir kişi ve konu uzmanı ve konuyu araştıran inanlar oldukları vurgusu vardır, gazete haberi olarak lanse edilmemektedir)

5) Kulaktan dolma bilgileri “bilim” olarak sunmanın yaratacağı taraflılık “bias” (işimize geleni yazalım işimize gelmeyeni silelim, zaten kim bilecek?” sorununu beslemesi ve bilimsizliği teşvik etmesi ve bunu sansasyonel bir gazete haberi kılığında ama hep de “bilirkişiler” çerçevesinde sunmak sorun değil mi? Eğer bunlar daha büyük araştırmaların türevleri ise kimler Kuzey Kıbrıs'taki yabancı öğrencinin durumunu öğrenmek içi fon açmaktadır? Dünyanın her yerinde fonu sağlayanlar araştırmanın taraflılık tarafsızlık, hangi çıkar gruplarına fayda sağlayacağı konusunda açık olması birinci etik ilkedir.

6) Gönlünden koparak yabancı öğrencilerden “duyduklarını” yazan öğretim üyeleri ile konu ile ilgili derin araştırmalar yapan araştırma şirketi uzmanları sadece halkın içinde arabasına alan veya işveren olan yaşlı adamların yabancı kadın öğrencilere tecavüz ettiklerini mi duyabildiler? Kendilerine başka tecavüzcülerden, cinsel taciz ve istismarcılardan bahsedilmedi mi? Üniversitelerde bu uzmanların kendi ortamlarında ve nefes nefese yaşadıkları insanlarla ilgili hiçbir şey söylenmedi mi?

7) Üniversitelerde yabancı öğrenciler kalacak yer ve maddi imkansızlıklar dışında okudukları kurumdaki insanlardan direkt hiçbir sıkıntı yaşamamışlar mı?

8) Bu öğretim üyelerinin kendi çalıştıkları kurumlardaki üstleri veya çalışma arkadaşları veya bu uzmanların ahbapları ile ilgili duydukları meseleleri var ise ve hasır altı edilmişse, topluma küfür eder şekilde "ırkçı, tecavüzcü" demeleri kabul edilir bir etik standart ve gerçek bir toplumsal değişim çalışması sayılabilir mi? (Duymamışlarsa bu araştırma tekniklerinin bias olmasından kaynaklı olabilir mi?) Yoksa sorunun esas üretildiği noktalardan konuyu çekerek "ne kadar ırkçı bir toplumuz" demek aslında kendinden dışarıya iterek tepeden bakan bir "otorite" olarak hiçbir yapısal değişim getirmemekte midir?

9) Öğretim üyelerinin kendi çalıştıkları kurumların işveren olarak adı hiç geçmedi mi?

10) “Çokkültürlülüğe elverişli kurumsallaşmış üniversitelerin yanında yeni açılanların sistemsizliği getirmesi” gibi iddialarda bulunulması sistemde güçlü olanların pasta payının bölüşülme kavgasında daha güçlülerden yana olmaktan nasıl ayrışacaktır? Güçlülerin bölüşüm kavgasının sanki mağdurlara hak arayış ve “insani” bir surata büründürerek sunulması gerçek mağdurların hiç kazınmayan ve değinilmeyen daha derin sorunlarını çözer mi?