Kıbrıslı Rumların perspektifinden Kıbrıs’ta 1. Cumhuriyetten –üniter devlet örgütlenmesinden- 2. Cumhuriyete –federal devlet yapılanmasına- geçişin gündeme geldiği bir süreçte, Türkiye’de de 3. Cumhuriyet tarihe karışmak üzere. 1 Kasım erken seçimleri ardından başkanlık ve yeni anayasa tartışmaları tekrardan gündeme taşınıyor.

Seçimlerden muzaffer bir şekilde çıkan Anadolu’nun yeni burjuvazisi kendi liderliğinin istemlerini tatmin eden bir siyasi sistemin tanzimi için düğmeye basmış durumda. Bu yeni yolculuğun iki çeşit sonucu olabilir. Ya Anadolu burjuvazisi, İstanbul burjuvazisine, eski sistemin sosyal, siyasi ve askeri manivelarına rağmen kendi perspektifini tüm ülkeye empoze ettirip, siyasi çıkışını yeni bir zaferle taçlandıracak ya da Türkiye yoğun bir iç çatışma ortamına sürüklenecek.

Türkiye’de birinci cumhuriyet 1923’te tesis oldu. Çeşitli değişiklikler ve başkalaşımlarla –örneğin çok partili rejime geçiş- ilk cumhuriyetimiz 1960 yılına dek ayakta kaldı. Bu rejim 27 Mayıs İhtilali ile tarihe karıştı. 1961 yılında, askerin denetiminde tesis edilen, göreceli liberal, iki meclisli, çok sesli yapı Türkiye’yi ancak 1980’e dek taşıyabildi. Sistem ilk hatasını 1971’de verdi. 1980’deyse askeri cuntanın ani bir darbesiyle tarihe karıştı.

Türkiye’yi bugünlere getiren siyasi sistem, 1980 cuntasının eseri. Aynı şey ‘KKTC’ denilen ve dünya tarafından tanınmayan siyasi yapı için de geçerli. 3. Cumhuriyet olarak tanımlayabileceğimiz bu süreç ve eserleri –T.C. ve K.K.T.C.- artık dönüm noktasına gelmiş durumdalar. Başta belirttiğimiz üzere bu siyasi rejim Anadolu’nun yükselen, milliyetçi –Turancı ve Osmanlıcı reflekslerle- muhafazakar –Körfez monarşileri formatında- orta sınıf ile kıyasıya bir çekişme içerisine çekilmiş durumda. Böylesi bir ortamda, Türkiye’deki üçüncü cumhuriyet ‘çatırdarken’ 1 Kasım seçim sonuçlarını ‘soğukkanlı’ bir şekilde ele almak faydalı olabilir. Üç noktanın altını önemle çizmek durumundayız.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin yenilgisine rağmen, bu seçimler Ak Parti nezdinde Türk milliyetçiliğinin yeni bir zaferine işaret etmektedir. Ak Parti bu seçimlerde en fazla oyu MHP’den, ve BBP ve Saadet Partisi gibi Türk milliyetçiliğini, Turancılığı, Osmanlıcılığı muhafazakar anlayışla harmanlayan öğelerden almıştır. Ak Parti bu başarıya ‘savaş ortamında’ imza atmıştır. Kürt Hareketi bir kez daha T.C.’nin bir numaralı düşmanı konumuna getirtilmiş, yaratılan siyasi ve sosyal ajitasyon ortamında Karadeniz’in, Orta Anadolu’nun ve Batı Türkiye’nin milliyetçi, muhafazakar oy depoları Ak Parti’nin değirmenine su taşımışlardır. Bu bize şu gerçeği gösterir: Anadolu’nun yükselen burjuvazisi, Türkiye’nin yeni ‘Körfez tipi orta sınıf’, klientalist siyasi ve ekonomi sistemi istediği zaman, dilediği gibi Turancılıkla ve ‘Ilımlı İslam’la bezeyip, Türk-Sünni-Hanefi olmayan tüm unsurların üstünden ‘dozerle’ (Toma, Kirpi, Akrep, Tank, İnsansız Hava Aracı, yeni beyaz Toroslar vs) geçip, istemlerini ve projelerini hayata geçirebilecek konumdadır.

Üçüncü Cumhuriyet çatırdarken, Haziran seçimlerinin yükselen yıldızı Halkların Demokrasi Partisi tamı tamına 1 milyon oydan olmuştur. Bu durum nasıl açıklanabilir? Bu kaybın elle tutulur, mantıki bir izahatı var mı? Bu sorulara cevap vermek için vakit oldukça erken. Ancak, iki noktanın altını çizelim. HDP’nin oy kaybında Türkiye’deki korku iklimi, antidemokratik uygulamalar, oluk oluk akan kan ve sosyal çalkantılar önemli rol oynamıştır. Tüm bunlara bir de seçimlerde dikkati çeken antidemokratik uygulamalar da eklenmelidir. İkinci olarak, HDP’nin önemli gediklerine dikkat çekmekte yarar vardır. HDP 70’lerin Türkiye İşçi Partisi’nden oldukça uzak bir görüntü vererek tüm Türkiye emekçilerini ve ezilen hakları kucaklayabilecek durumda değildir. HDP’nin omurgası Kuzey Kürdistan’da siyasi ve sosyoekonomik açıdan söz sahibi olmaya çalışan Kürt orta sınıfıdır. HDP ancak sosyalizme evirilerek ve Kürt orta sınıfının milliyetçi ajitasyonuna kafa tutarak gerçek anlamda Türkiye partisine evirilebilir.

Son nokta olarak, Türkiye’deki hibrid siyasi rejimin (konu hakkında daha ayrıntılı bilgi için bkz. Yunanistan’ın en büyük think tank’ı Eliamep’ten yakın zamanda yayınlanan bilimsel makalemiz), en büyük gediğine değinmek durumundayız. Türkiye’de en büyük siyasi sorunlarından bir tanesi muhalefetin yetersizliğidir. Pazar günkü seçimleri, Ak Parti nezdinde Anadolu’nun yeni Körfez tipi burjuvazisi kazanırken, İstanbul burjuvazisi, 3. Cumhuriyetin savunucusu ‘beyaz Türkler’, laikliğe gönül vermiş olan orta ve üst sınıflarla, Aleviler, emekçiler, çiftçiler, çeşitli etnik ve dini unsurlar gibi 3. Cumhuriyetin ‘ezilen’ tüm ‘neferleri’ bu seçimleri kaybetmişlerdir.

Niye?

Neden bu denli büyük ve ‘haşmetli’ bir mağlubiyet ülke gündemine gelmiştir? Bu sorunun cevabı oldukça basit.

Yukarıda değinmiş olduğumuz tüm bu ‘mağlup’ sınıfları ve kesimleri kucaklayabilecek bir muhalefet ülkede söz konusu değildir. ‘Çakma liberal’ CHP ile, Turancılık-Osmanlıcılık-Muhafazakarlık harmanının tılsımını Ak Parti’ye kaptıran MHP ile, Kürt orta sınıfının boyunduruğundan kurtulamayan HDP ile 3. Cumhuriyet’in gidebileceği mesafe artık gözler önündedir. Son 13 yılın kazanımlarını her türlü vesait ile garanti altına almayı inat haline getiren Körfez tipi burjuvazi karşısında ‘ezilenlerin’ iki seçeneği bulunmaktadır. Orta ve üst sınıfların güdümünde, tüm ülkeye seslenebilen, reel anlamda bir ‘liberal’ siyasi oluşum ile beraber, sınıf mücadelesine atılacak, Anadolu’nun ‘dini’ ve ‘etnik’ yaralarını saracak, bir çeşit konfederal bazlı, sosyalist cephenin inşası. Yeni liberal yapı ülkenin orta ve üst yapıların ihtiyaçlarına Turancı-Osmanlıcı-Muhafazakar çizginin zayıf kaldığı noktalarda cevap verirken, sosyalist konfederelizm rüşvet-entrika-klientalist sistem-feodalizm kalıntıları ‘hapishanesinde’ esir durumda olan ‘ezilenler’ için istiklal mücadelesine atılmalıdır.