Baştan belirtelim. Ne Yunanistan’ın ne de Rum tarafının doğru dürüst bir ¨Türkiye politikası¨ yok. Nikos Anastasiadis’in cumhurbaşkanlığı sarayında doğru dürüst Türkçe konuşan bir analist, bir uzman bulunmuyor. Yeşil Hattın güneyinde Türkiye ve Kıbrıslı Türklerle ilgili tüm gelişmelerin yükü Kamu Bilgilendirme Ofisi (PİO)’ndeki üç çalışanın ve istihbarat kurumundaki birkaç elemanın sırtına binmiş durumda. Kısacası; Rum tarafının Türkiye’de ve Kuzey Kıbrıs’ta olan bitenler hakkında doğru dürüst bir fikri yok. Aynısı, Yunanistan için de geçerli. Yunan istihbaratındaki ve Dışişlerindeki birkaç yetkin elemanı saymazsak Atina’nın Türkiye hakkında elle tutulur bir fikri yok. Zaten, Yunanistan’ın doğru dürüst bir ¨Türkiye politikası¨ olsa bugün İstanbul’da topu topu 1500 Rum kalmazdı. Aynı şekilde, İmroz (Gökçeada) ve Tenedos (Bozcaada)’un özerk yapıları garanti altına alınmış olurdu.
Gelelim bizim meseleye. Lafı evirip çevirmeden soralım. Türkiye’nin bir Kıbrıs Politikası var mı? Bu soruyu sorar sormaz muhatap olacağımız alaylı yorumları duyar gibiyim. ¨Canım koca Ankara’nın bir Kıbrıs politikası olmaz mı? Yıllardan beri Türkiye bu işin içinde. Taksim şiarıyla 1974’te bu adaya çıkarma yapmış olan bir ülke Türkiye. Nasıl acayip bir soru ki bu?¨
İlkin bir noktanın altını çizelim. 20. Yüzyılda başarılı siyasi gelenekler sonuç endeksliydi. İngiltere’de, 1940 yılında, Churchill sadece savaşı devam ettirmek için başbakanlık görevini üstlenmedi. Churchill’in şiarı savaşın kazanılmasıydı. 1930’ların ABD’nde, Roosevelt ¨new deal¨in hayata geçirilmesi hedefiyle iktidara geldi. Roosevelt’i sadece ¨ekonomik krizin yönetimi¨ ilgilendirmiyordu. Bu tip örnekler 20. yüzyılın tarih sayfalarında fazlasıyla var.
50’li yılların ortalarından bugüne dek, Türkiye ve Kıbrıs özeline dönecek olursak ne görürüz? Helen tarafının ataklarına karşı verilen tepki – ataklar. 50’li ve 60’lı yıllarda bu tepkilerin kod adı ¨taksim¨ idi. 70’li yıllardan sonra bu kod adı yerini ¨bağımsız KKTC¨ şiarına bıraktı.
Taksim ve sonrasında ¨bağımsız KKTC¨... Bu tepki – ataklar bu adada hem Türkiye’nin hem de Kıbrıslı Türklerin sorunlarına çare bulabildi mi? Bugünkü sosyoekonomik gerçeklik ışığında bu soruya müspet bir cevap vermek oldukça zor. Hal böyle olunca, dönüp dolaşıp aynı soruya kilitleniyoruz: Türkiye’nin bir Kıbrıs politikası var mı?
Kıbrıs konusunda Türkiye’nin talihsizliği, bugüne dek iktidar mekanizmasında Churchill ya da Roosevelt’in ileri görüşlülüğünden nasibini almış bürokrat, teknokrat, diplomat ve siyasetçilerin yer almamış olması. Sorunun idamesi yerine sorunun çözümüne odaklı projelerin peşinden koşan Ankara’lı bürokratlarımız, siyasetçilerimiz, diplomatlarımız olsa belki bugün bir takım önemli sorulara cevap bulmuş olacaktık. Ankara’nın bu küçük ada özelindeki temel hedef(ler)i neler? Kıbrıs Türklerin geleceğinin garanti altına alınması mı? Adanın kuzeyinde Türkiye’nin diplomatik ve askeri varlığının idamesi mi? Doğu Akdeniz özelinde Türkiye’nin diplomatik, ekonomik ve askeri varlığının güçlendirilmesi mi? Yunanistan’a meydan okumak mı? Bu hedeflerin tümü mü? Bugün Ankara’da tüm bu sorulara cevap verebilecek yetkin uzmanlar, teknokratlar ve siyasiler var mı?
80 küsurluk Türkiye’den bir Churchill, bir Roosevelt, bir Mao, bir Lenin, bir De Gaulle neden çıkmaz? Eğitim sistemi bu kadar çapsız mı? Ankara’da siyasi hava insanları bu denli körleştiriyor mu acaba? Yahut, tek adamcılık virüsü genlerimize işlenmiş vaziyette mi? Artık her şeyi tek adam’dan bekler olduk nihayetinde... Ve belki de her şey Tanzimat’tan bugüne dek süren serüvenimizde saklı... Bir türlü kulluk statüsünden vatandaşlık statüsüne geçemedik neticede. Geçmiş olsaydık, ilkin kendimize sorardık: Bizim bir Kıbrıs politikamız var mı yok mu diye...