Baştan belirtip yanlış anlaşılmalara mahal vermeyelim: Kıbrıs Sorununa müdahil olan tüm tarafların şapkalarına önlerine koyup, oturup düşünmelerinin vakti çoktan geldi ve hatta geçmek üzere. Bu adada son yarım yüzyıl üç garantör devletin ve iki toplum temsilcilerinin büyük hatalarıyla geçti. Emperyal hülyalar, milliyetçi açmazlar, militarizm ve seviyesiz siyaset bu adayı türlü maceralara sürükledi. Bütün bu maceraların büyük bir dikkatle akademisyenler ve bilim adamları tarafından incelenmesi gerekiyor. Bize düşense bu yazımızda Türkiye’nin Kıbrıs Politikasındaki yanlışlıklara bir göz atmak…
Türkiye Kıbrıs Sorununa, İngiltere’nin girişimleriyle 50’li yılların ortalarında müdahil oldu. O tarihten bugüne dek, Ankara Kıbrıs Adasında iki boyutlu bir politika izledi: Adada Kıbrıs Türk kimliğinin devamını garanti altına almak ve Türkiye’nin “ali menfaattarını” Kıbrıs üzerinden Doğu Akdeniz’de geçerli kılmak, bir başka deyişle Kıbrıs üzerinden Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye yeni bir etkinlik alanı açmak. Bu iki boyutlu politikanın hayatı geçirilmesi hedefi doğrultusunda, Ankara, 50’li yılların ortalarından bugüne dek Kıbrıs Türk sağı ve milliyetçi kesimiyle yakın bir işbirliği içerisine girdi. Kıbrıs Cumhuriyeti tecrübesinin akim kalmasından ve 1974 olaylarının yaşanmasından sonra, Ankara Kıbrıs Türk toplumu üzerindeki etkisini yoğunlaştırdı ve zamanla yukarıda değinmiş olduğumuz politikanın iki boyutu – ayağı ağır basmaya başladı. 1983’ten sonra adanın kuzeyinde Türkiye’nin “ali menfaatlerini” savunan bir yapı gün yüzüne çıktı. İşte tam bu noktada, Türkiye’nin Kıbrıs Sorunsalı ve Kıbrıslı Türklerin Türkiye sorunsalı kendilerini daha net bir şekilde hissettirmeye başladı. Değindiğimiz bu sorun yumağı aslında çok karmaşık bir sorunsala işaret ediyor ve kısıtlı bir köşe yazısında bu sorunsalın tüm etmenlerine ayrıntısıyla değinme imkanımız ne yazık ki yok. Ancak ne var ki, bu sorunsalı baz alarak bugün Türkiye’nin Kıbrıs Politikasına bir “ön özeleştiride” bulunma şansımız bulunmakta. Bu “ön özeleştiriyi” birkaç maddeye özetleyerek bir “girizgah” ortaya koyabiliriz:
• Türkiye’nin iki boyutlu Kıbrıs Politikasının ana çıkış noktası 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Kuruluş Antlaşmaları. Bu antlaşmalar çerçevesinde Türkiye’nin Kıbrıs’ta garantörlük hakları söz konusu. Türkiye 1974 yılında adaya bu anlaşmalardan doğan haklarını kullanarak çıkarma yaptı. Çıkarmanın meşruluk zemini “Kıbrıs’ta bozulan anayasal düzenin tesisi” kaidesi üzerine dayandırıldı (bkz. Bülent Ecevit’in 1974’teki açıklamaları). Lafı eveleyip gevelemeden soralım: Türkiye’nin adaya askeri müdahalesi Kıbrıs’ta anayasal düzeni tekrardan sağladı mı?
• Bir adım ötesine gidelim: 1974 Harekâtı bu adanın sakinlerine umut dolu bir gelecek temin edebildi mi?
• “74’te Kıbrıslı Türkler kıyımdan kurtuldu” diyenlere bir hatırlatma: Kıbrıs Sorunu 1974’te bitti mi? O tarihte gerçekten bu adanın esas sahiplerinden birisi konumunda olan Kıbrıslı Türklerin geleceği garanti altına alınabildi mi?
• 1974 sonrasına geçelim… Bu tarihten sonra Türkiye’nin gerçek anlamada bir Kıbrıs Politikası var oldu mu? Ankara’da Başbakanlık, Dışişleri, İstihbarat ve diğer yetkili kuruluşlar Kıbrıs gerçeğini, sorunsalını ve Kıbrıs insanını tanımak için çaba sarf etti mi?
• Türkiye ve Kıbrıs insanı 1983’te adanın kuzeyinde olup bitenlerden, gelişmelerin arka planından haberdar mı? Emrivakilerle uluslararası sorunlar çözülmez. Acaba birileri Ankara’da dönemin askeri yönetimine bu gerçeği hatırlatma cesareti gösterdi mi? (Ayrıca ufak bir hatırlatma: 1980 cuntasında başrol oynayan komutanların Kıbrıs Harekâtı ile ilişkisi üzerinde hiç kafa yorduk mu Allah aşkına?)
• Gelelim meşhur Annan Planı dönemine… 2003’te Kıbrıs Türk toplumunun bir kısmıyla Ankara’daki yeni hükümet bu plana “evet” derken, diğer kesim neden “hayır” dedi? Bir anlayanımız, bu işin arka planını kavrayanımız var mı? Vatan – millet – Sakarya edebiyatını ve Livaneli şarkılarıyla Yeşil Hatta düzenlenen şenlikleri geçecek olursak, o dönemde bu adada ve Ankara’da neler yaşandı soruna bir cevap verebilecek durumda mıyız?
• Bu adada gerçek anlamda bir Sol kesim var mı? Şayet var ise neden toplumsal eşitlik ve Kıbrıs Sorunu bahsinde sesi çıkmaz? AKEL denilen heyula ve çıkmaz yol Kıbrıs Solu için neden tek seçimdir?
• Kıbrıs Sağ’ına gelecek olursak… O zaten Allah’a emanet… Sağ, liberal bir hareketten çok, kamu sektöründe sandalye dağıtan, milliyetçilik şiarları üzerinden ve insanlarımızın korkuları, kaygıları üzerinden oy devşiren bir cism-i münevverden bahsediyoruz sonuç itibarıyla…
Toparlayalım: 1960 anlaşmalarını istediğimiz gibi, kafamıza estiği gibi yorumlayacak, bu toprakların öyküsünü tanımaktan çekinip, uzak diyarlarda bu adanın makûs talihi için politikalar üretecek, bu toprağın insanının dertlerinden çok başka “ali menfaatlere” odaklanacak, yakın tarihimizle yüzleşmekten sürekli ve ısrarla kaçınacak ve modern anlamda ne sol ne de sağ siyaset üretemeyeceksek “Türkiye’nin ve hatta Kıbrıs Türk tarafının bir Kıbrıs Politikası vardır” demek fazla iddialı bir laf olmaz mı?
Madem ki Kıbrıs Sorununda yeni bir viraj söz konusu… İşe özeleştiriyle başlasak nasıl olur? “Karşı taraf özeleştiri yapmıyor, ben niye yapayım”, diyenleri duyar gibiyim… Kanımca bu toprağın gençliğinin bu soruyu soranlara basit bir cevabı olmalı: “Karşı taraftan bana ne? Sonuç itibarıyla bu topraklarda yaşam mücadelesi verip, kendi ayakları üzerinde durmak için mücadele edecek olan ben değil miyim?”