Rum liderliğinin, ‘çözüm geliyor’ naraları atanların, Sağı yereceğim diye ABD’nin, Davutoğlu’nun ve A.B.’nin kuyruğuna takılanların ağzında yeni bir sakız: ‘Tüm suç Derviş Eroğlu’nun. Eroğlu ve ekibi Kıbrıs Türk liderliğinin dümeninden ayrılırsa bu iş biter’ diye... Bu söylem son günlerde adanın her iki yakasında ışık hızıyla yayılmaya başladı. Güneyden bakacak olursak Eroğlu’nun iktidarda birkaç ayı hatta haftası kalmış. ABD düğmeye basmış, Ankara’ya dayatmış ‘alın bu adamı müzakerelerden’ diye.
Kıbrıs denilen talihsiz cennet adada, toplu mezarlara, kıyımlara, milliyetçi ajitasyona, popülist söylemlere kafa tutmak isteyen herkesin, elini vicdanına koyup şu soruyu sormanın vakti geldi ve geçiyor bile: Kıbrıs Sorunu’nda tüm suç Eroğlu ve onun gibi düşünenlerde mi? Bu ada 21. Yüzyıla dikenli teller ve barikatlarla giriyorsa bu işin vebali sadece milliyetçi kanadın sırtına yüklenebilir mi?
Derviş Eroğlu’nun Kıbrıs Sorunu’nda durduğu yer tüm Kıbrıslıların yakından tanıdığı bir husus. Politikaya atıldığı dönemden bugüne kadar, ‘Taksim’ ve sonrasında ‘İki devlet’ şiarından kopmamış olan bir devlet adamı Eroğlu. Adanın eski tüfek milliyetçi jenerasyonu yıllarca ‘Türk –Yunan inatlaşmasından’ mayalandı bu topraklarda. Rahmetli Denktaş’ın önemli bir tezi vardı: ‘Kıbrıs’ta daima Türkiye – Yunanistan dengesini gözetmek durumundayız’. Eroğlu bu yolun yolcusu. Adanın kaderini sadece adalıların eline bırakmak istemeyen, Kıbrıs’ta ‘anavatanların’ çıkarlarını ve hedeflerini gözeten bir ekolün neferi Eroğlu... 2014 yılında, Eroğlu’ndan yarım asır küsurluk siyasi çizgisini değiştirmesini, arkasında bırakmasını beklememiz söz konusu olmaz.
Bu adada Eroğlu’nun, Papadopulos’un, milliyetçi kanatların Kıbrıs Sorununda oynadıkları rol hepimizin malumu. Adanın son elli yılına damgasını vuran bir jenerasyondan bahsediyoruz sonuç itibariyle. Peki ya yıllarca ‘çözüm’ ‘çözüm’ diye sesini yükseltenler hakkında diyeceğimiz ne var? Sol kisvesi altına saklanıp, popülist söylemlerle her durumdan istifade etmeye çalışan ‘aydın kesimin’ Kıbrıs Sorunu’nun karmaşıklaşmasındaki rolü ne?
Sözüm ola bu ‘aydın kesime’ son günlerde ada gündeminde ve manşetlerinde rastlıyoruz. ‘Çözüm olsun da nasıl olursa, nereden gelirse kabulümüzdür’, şiarıyla karşımıza çıkan bir kesimden bahsediyoruz. Solu AKEL’in ve CTP’nin gericiliğine ve ataletsizliğine teslim ettikten, AKEL geleneğinin sağcı ve milliyetçi tandanslarını öne çıkardıktan sonra, liberalizmde ve popülizmde çare arayan bir ‘aydın kesim’... Dünyayı Kıbrıs’tan ibaret sanan, yeri geldiğinde ‘KKTC sistemine’, yeri geldiğinde ise Kıbrıs Cumhuriyeti’ne sığınan oportünistler, fırsat avcıları... Bu gibi kimselerin Kıbrıs Sorununda vebali yok mu Allah aşkına?
Son günlerde bu sözde ‘aydın kesim’ ortak metni totemleştirme uğraşının peşinden sürükleniyor. Bu kesim, ortak metin ve ABD’nin devreye girişiyle beraber Kıbrıs Sorununu kendiliğinden çözüldü’ türünden bir hava yaratma uğraşı peşinden koşuyor. Anastasiadis’in, Rum Sağının ve Kilisesi’nin çözüme odaklanışının arka planını sorgulamaksızın, emperyalist güçlerin ada karasularına üşüşmesi üzerin kafa yormaksının, bu ‘aydın kesim’ her türlü çözümü ‘kutsamaya’, ‘tütsülemeye’ hazır gözüküyor.
Adadaki 1974 stasusquo yıkılmalı mı? Evet, hem de ne pahasına olursa olsun. Adalı gençlerin Kıbrıs’ın ortasındaki yıkıntıları birbirinden ayıran utanç çizgisi ile zamanını boşa harcamak gibi bir lüksleri yok. Bize çözüm lazım. Bu konuda hemfikiriz. Ancak ne var ki, adalı işçilerin, gençlerin, çocukların acıları, kanı ve kemikleriyle yazılan modern Kıbrıs Tarihi’nde yeni bir fasıl açarken temkinli olup tüm kıstasları göz önünde bulundurmak durumundayız.
Rum tarafının yeni fırsatçılığı ne anlam ifade ediyor? Bu soruyu sormak zorundayız? ‘Ekonomik krizin açtığı gedikleri Amerikan dolarları kapatır ve bu dolarlar için çözüm şart’, anlayışı bizi düşündürmeli...
ABD ve Batı Kıbrıs Sorunu’na müdahil olurken, bölgede gelişen yeni dengeleri gözetmek zorundayız.
Daha düne kadar ‘Kıbrıs yok’ noktasına gelebilen bir hükümet, ani bir tornistan gerçekleştiriyorsa, bu konu hakkında kafa yormak durumdayız.
Kendi irademizi, adalının idaresini ‘otomatik pilota’ bağlayıp her şeyi ‘büyük ağabeylerden’ ve ‘ekonomik çıkarlar senfonisinden’ beklemek kolaycılığa kaçıştan başka birşey değildir. ‘Tüm suç Eroğlu’nun’ söylemi bu kolaycılığın bir türevidir.
Gerçek anlamda, realist bir bakış açısıyla ‘Kıbrıs Sorunu artık tarih olsun’ iradesini kendimizde bulabiliyorsak bir an evvel kolaycı yaklaşımlardan uzaklaşıp, farklı bir diyalektik ile bu ada üzerindeki geleceğimizi gözden geçirmeliyiz. Bunu gerçekleştirmediğimiz takdirde bizim payımıza bu adada ‘seyirci’ rolü düşecektir: Adadaki bağnaz milliyetçi çıkmazdan sorunlu olanların başrole soyunduğu, Kıbrıs Sorununu çözüyor gibi gözüktüğü bir komedyada seyirci...