CTP, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde “ilklerin partisi” olma sloganı çıkarmıştı.
Gerçekten de CTP’nin ilklerin partisi olması hali bitmiyor. Bakın, memleket
politikalarını yönlendiren parti başkanları halk tarafından seçilmemiş bir kişi. Talat’ın
bakanlık süreci de girdiği bir seçimde vekil olamadan başlamıştı. Şimdi parti
başkanlığı da, halk tarafından seçilmeyip cumhurbaşkanlığından indirilmiş
olmasından sonra, halk onayına gerek duyulmadan yaşama geçti.
Bu ilkle kalsak iyi. Şu anda başbakan olan Kalyoncu da kurultayda seçim kazanamamış
bir partili etiketini aldıktan sonra başbakanlık görevine getirildi. Yani, eskiden beri
CTP’nin tavrı olan “parti çıkarları toplum çıkarları önünde gelir” de bir kenara
bırakılarak “parti de neymiş, içerideki bir zümrenin dediği olur gerisi takip eder” tavrı
açıklık kazandı, parti adına halkı umursamayan CTP şimdilerde kendi tabanına da
kulak vermez bir tutum benimsedi. Neyse ki zar zor, güç bela da olsa Kalyoncu vekil
seçilebilmişti de başbakanlığı gerekli demokratik kademelerin tamamını
doldurmadan yaşanmak yerine yarı demokratik bir halde oluştu. Demokrasimiz adına
tam falso bir durumdan yarı falso bir durumda göreve gelmiş bir başbakanımız var
artık. Onun kararlarının, Talat’ın icazetine tabi olması düşünüldüğünde ise
demokrasiyi ne kadar uygulamada gördüğümüzü ortaya koymaktadır.
Ama ilkler bunlarla da son bulmadı CTP’nin önümüze pişirip koyduğu yeni kabinede.
Parti Genel Başkanı’nın seçimle iş başına gelmemesi, başbakanın kurultayda yolda
kalmış olması da yetmemiş olacak ki, beş bakandan ikisi de seçilmişler arasından
değil. Şimdi heyecanlı CTP’li arkadaşların “ama Dışileri Bakanı’nın bir ilk olarak kadın
olması iyi bir şey değil mi, sen ne biçim feministsin?” dediğini duyar gibiyim. Ya da
“kişisel duygular feminizmin önüne geçiyor canım!” önyargılarının saçıldığını da
duyar gibiyim. Emine Çolak sivil toplumdan tanıdığım, uğraştığı meseleler açısından
takdir ettiğim, kadın olarak feminist duruşlarından hayli pozitif duygular beslediğim
birisidir. Orams davasında yer almış olması da bilgili, bağlantılı bir insan olduğuna
yönelik şüphe götürmeyecek delillerdir elbette.
Ancak maalesef Kıbrıslı Türk sol bu kişisel görüşler üzerinden “kim kim hakkında ne
hisseder” yaklaşımından dünyayı irdelediği içindir ki prensipler üzerinden çalışan bir
demokrasimiz yoktur. O yüzden ben bu feminist nüveleri olan, sivil toplumda tanınan
ve saygı duyulan, süper İngilizce bilen ve mülkiyet meselesinde aktif görevler almış
bir kadının, hükümet olmak için sandığa gidip oy talep eden CTP tarafından
milletvekilliğine aday gösterilmesi gerektiğini, halkın takdiri ve onayı ile dışişleri gibi
önemli bir bakanlığı tutabilmesinin demokrasimiz adına önemli bir gereklilik
olduğunu düşünüyorum.
Hükümet kurulma çalışmaları sırasında CTP tarafından “teknokrat hükümet” istendiği
gibi tartışmalar oldu. Hatta ilk açıklamalarda beş bakanın üçü dışarıdan atanırken son
anda Sağlık Bakanlığına milletvekili birisi atandı.
Adayarısının kapısının eşiğinde “yeni siyasi oluşumlar” tartışılırken ve bu siyasi
oluşumların “teknokrat” ekipler kurmayı planlaması gündeme oturtulmaya
çalışılırken bu egzersizin önümüze CTP tarafından sunulması ve tanıştırılması
adayarısı halkının önemle düşünmesi gereken bir konudur. CTP anti‐demokratik
pratiklerin belki de en tehlikelisini tanıştırıyor ve “yeni oluşumlara” teknokrat
argümanları için önemli bir zemin hazırlıyor. Farkında olmadan mı? Onu halkın
CTP’deki yönetimini baskılayarak sorgulaması gerekiyor.
“Ne demokrasisi Allah aşkına? Seçilmişle, iş bildiği için atanmış bakanın ne farkı var
bu vesayet rejiminde?” diye soranları da duyar gibiyim. Bu soruya isterseniz
şimdilerde CTP‐BG Genel Sekreteri olan Tufan Erhürman’ın 2012 yılında yazmış
olduğu “Vesayet, Teknokrasi ve Demokrasi” yazısından alıntılarla cevap verelim.
Yazının bulunduğu linki de paylaşıyorum, ilgilenenlerin bu argümanları son derece
net ve iyi düşünülmüş yazıyı okumasını öneririm.
(http://alternatifim.org/2012/11/06/vesayet‐teknokrasi‐ve‐demokrasi/). CTP‐BG
Genel Sekreteri Erhürman şöyle diyor yazısında:
“KKTC’de bir demokrasi bulunduğunun ve bunun hassasiyetle
korunması gerektiğinin ileri sürüldüğü sonucuna kimse varmasın. Tam
tersine, 1974’ten, hatta çok öncelerden beri Kıbrıs’ın kuzeyinde
demokrasi değil, vesayet rejimi hüküm sürmektedir. Halkın
demokrasiyi öğrenememiş olmasında, geçici olduğu iddiasıyla yaratılan
ama aksine kendini her gün daha fazla tahkim ederek kalıcılaştıran bu
vesayetin çok büyük etkisi vardır. Ama ilginç biçimde, vesayetin
yarattığı demokrasi tahribatı sonucunda gelinen durumda, birileri,
“Kıbrıs Türk halkının kendi kendini yönetmesine izin verirsek, bu hâliyle
kendi kendine zarar verecektir; o hâlde vesayete ya da en azından
teknokrasiye ihtiyaç vardır” demektedirler. Yani anti‐demokratik olan
vesayetin açtığı yarayı, yine anti‐demokratik yöntemlerle, daha da
ağırlaştırılmış bir vesayetle ya da teknokrasiyle aşmak önerilmektedir.”
Evet, adayarısı demokratik değildir ama demokrasi olmak adına mücadele eden bir
yerdir. Demokrasiyi, bağımsızlığı her ülke uzun süre çabalayarak ve yaşayarak
öğrenir. Teknokrasi, yani seçilmeden gelen “bilirkişilerden” oluşan bu antidemokratik
yöntem demokrasi mücadelesini aşağı çeken bir durumdur. Bakanlarınız,
parti başkanınız halk tarafından seçilmiş olmak zorundadır. Şu anda memleketimizin
her türlü kararında en etkin kişi olacak olan Talat, halkın onayına sahip değildir.
Mülkiyet konusundaki etkin bilgisi ile dış dünya ile bağlantılarımızı sağlamak görevi
kendisine verilirse Emine Çolak bu yetki ve sorumluluğu halktan almamıştır. Bakın,
yine şimdilerde CTP‐BG Genel Sekreteri olan Erhürman daha başka neler diyor
teknokrasinin yarattığı zorluklarla ilgili:
“Ne zaman ki halk kendini yönetecek olgunluğa erişir, rüştünü ispatlar,
yani “halk için” yönetimi hayata geçirecekleri seçmeyi öğrenir, “halk
tarafından yönetim”e de o zaman izin verilir. Gelin görün ki bu
anlayışın çıkmaz sokağı tam da burasıdır. Demokrasi, yalnız ve ancak
demokrasinin hayata geçirilmeye çalışıldığı bir yerde öğrenilebilir. Dış
vesayet, iç vesayet ve teknokrasi, geçici olduklarını iddia etseler de,
aslında kurumları ve uygulamaları aracılığıyla, halkı, “kendisiyle ilgili
doğru kararları kendisinin veremeyeceği” ve “kendi kararlarını
kendisinin vermesine izin verilirse kendi kendine zarar vereceği”
konusunda her gün biraz daha fazla ikna eden, dolayısıyla uzadıkça
kalıcılaşan yönetim biçimleridir. Nitekim bu konudaki tüm
uygulamalarda, dış vesayet, iç vesayet ve teknokrasi, misyonlarını
tamamladıkları için kendi kendilerini gönüllü olarak feshetmek
suretiyle değil, demokratların bunlara karşı yürüttükleri riskli
mücadeleler sonucunda ortadan kalkmışlar ve olumsuz etkileri daha
sonra da devam etmiştir.”
Adayarısı denenmemiş son hükümet bileşenini deniyor. UBP’nin seçilmişlerinin ve
önceden bakanlık yapmış isimlerinin hangi prensipler içerisinde hareket ettiğini
bildiğimize göre, bu hükümetin muhtemel başarısını da muhtemel sonucunu da az
çok tahmin ediyoruz hepimiz sanırım. Yeni atanan düzinelerce yeni maaşlı kadrolar
dışında başarılacak en önemli şey, halkın yeni bir siyasi parti oluşumuna olan isteği
olacaktır. Bu yeni oluşum, yeni ve genç yüzlerle, temiz toplum söylemleri ile
filizlenecektir adayarısında. Ufukta barış varsa, barışın kadrolarını doldurmak üzere,
ufukta olan barış son anda statüko leyhine gene ötelendiği takdirde bu sefer de
“bağımsız Kıbrıs Türk Devleti” kadrolarını doldurmak üzere. O zaman mesele tam da
şimdilerde CTP‐BG Genel Sekreteri olan Tufan Erhürman’ın söylediği bu korkutan
argümanlarla “teknokrasiyi” bağıracaktır yeni oluşum propagandalarında,
televizyonlarda, barlarda, hatta çok da fazla bilim insanı barındırmayan üniversite
sınıflarında. Yine çok katıldığım bir argümanı var Erhürman’ın:
“Ama bilinmelidir ki demokrasi, hatalı karar verme ihtimalini de içinde
barındırmaktadır. Esas mesele, bedeli ödeyecek olanın kendi hatalı
kararlarının bedelini ödemesidir. Yoksa vasinin ya da teknokratın
yaptığı hatanın bedelini karar alma yetkisi olmayan halka ödetmek ve
sonra da kalkıp “bak yanlış karar verdiğin için bedel ödüyorsun. En
iyisi sen karar vermekten vazgeç. Karar vermeyi vasiye ya da
teknokratlara bırak” demek softa şaşırtmacasından başka bir şey
değildir.”
Şimdilerde CTP‐BG Genel Sekreteri olan Erhürman’ın sözlerinden yola çıkarak
soralım, CTP teknokrat yolu tanıştıran hükümete imza attıktan sonra yeni
oluşumların teknokrat softalarına bu şaşırtmacanın hesabını sorabilecek midir