‘Suçlu kim?’ Bu soruyu Pazar günü Kathimerini gazetesindeki köşe yazımızda Kıbrıslı Rumlara yönelttik.

Kıbrıs’ın sularında tansiyonun yükselmesinden sorumlu olan kim? Adanın denizlerinde Rum tarafıyla Ankara arasında yaşanan inatlaşmanın sorumlusu kim? Ankara mı? Eroğlu mu? Yabancı güçler mi?

Geçtiğimiz dönemde, benzer soruları gündeme taşıdığımızda, bazı Kıbrıslı Rum okuyucularımız bendenize çeşitli suçlamalar yöneltmişlerdi. Bazı okuyucular işi ‘Niko adanın güneyinde Türkiye’nin elçisi rolüne soyundu’ noktasına kadar götürmüşlerdi. Kendilerine bir kez daha hatırlatmış olalım: Dış politikadaki gediklerini, küçük komşusunun sularına fırkateynler gönderip kapatmaya çalışan bir ülkenin acizliğini savunacak durumda değilim.

Ancak, soğukkanlı bir şekilde ‘suçlu kim’ sorusuna yanıt aramak hakkını kendimde buluyorum. Pazar günkü köşe yazımda belirttiğim üzere, yeni krizin tırmanışında, aslan payı Kıbrıs Rum liderliğine ve ülkenin kaderini belirleyen son iki hükümete ait.

Açıklayalım. 2011 yılında, Mari’deki patlamadan sonra, Dimitris Hristofyas Hükümeti doğalgaz hususunda hatalı bir çıkış gerçekleştirdi. Kıbrıslı Türklerin adanın kaynaklarındaki ve zenginliklerindeki payını hesaba katmaksızın hükümet doğalgaz konusunda tek yanlı adımlar attı. Kısa bir zaman zarfı içerisinde, ülkenin refahını yükseltme kapasitesine sahip bir olgu küçük siyasi hesaplamalara kurban edildi. Bu şekilde Lefkoşa Ankara ile inatlaşma yolunu seçti. Nikos Anastasiadis Hükümeti bu hatalı çizgiyi değiştirmedi. Aksine, Hristofyas’ın bıraktığı yerden hatalı rotayı devam ettirdi. Sonuçta bugün bulunduğumuz noktaya gelindi.

Kıbrıs Rum tarafı açısında ‘suçlu kim’ sorusunun yanıtı oldukça basit. Doğalgaz konusunda suçlu, Kıbrıslı Türkleri bir azınlık olarak ele alan, Ankara’yı görmezden gelen hükümetlerin hatalı çizgisi.

Peki Kıbrıslı Türkler açısından ‘suçlu kim’? Adanın karasularında gözlemlenen tansiyonun tek müsebbibi Hristofyas ve Anastasiadis mi? Bu hatalı rotanın tek sorumlusu ‘dik kafalı’ Rum siyasetçiler ve diplomatlar mı?

Tabii ki hayır.

Bugün gelinen noktada karşı karşıya olduğumuz krizin sorumlularından bir tanesi de Kıbrıs Türk liderliğidir.

Zamanında Kıbrıslı Rumların adımlarına doğru teşhisi koyamayan, Yunanistan’daki ve bölgedeki gelişmelerden bihaber olan Kıbrıs Türk liderliğinin yeni krizdeki hata payı büyüktür. Taksimci politikaları bir türlü gündemden düşürmeyen, federasyon tartışır gibi görünüp aslında kondefederasyonu ve iki devletli çözümü tartışan tarafın bu sorundaki payı büyüktür. Aynı şekilde, Ankara’nın bu çıkmazdaki payı oldukça büyüktür. Kıbrıs Türk liderliği gibi,

Rum tarafının 2011 yılında attığı adımlara ‘kış uykusunda’ yakalanan Ankara’nın bu işteki kabahati çok büyüktür.

Kıbrıs’taki federal çözüm perspektifini Türkiye’nin iç siyasi dengelerine heba eden bir yönetim anlayışının bu noktada sorgulanması gereklidir. İçte ‘Kıbrıs’ı satıyorlar’ hobisi üzerine kararlı adımlarla gideceği yerde, adanın kuzeyinde statükocu anlayışın değirmenine su taşıyan zihniyet bugün Kıbrıs’ın karasularında gözlemlenen krizin müsebbiplerindendir.

Lafı fazla uzatmanın pek bir anlamı yok. 50 yıl önce olduğu gibi bugün de, Kıbrıs Sorununun kökleri ve nedenleri iki başkentte ve iki liderlikte aranmalıdır. Ne yazık ki, bugün Kıbrıs Sorunu gibi önemli bir mesele amatör unsurların inisiyatifine terk edilmiş durumdadır. Adanın ne Solu ne de Sağı bu meseleyi kavrayabilecek olgunluğa ve bilgi kapasitesine sahiptir. Aynı şekilde, Atina ve Ankara, Kıbrıs Adasını küçük iç hesaplaşmalara kurban edecek gücü kendilerinde görmeye devam etmektedirler. Hal böyle olunca, tüm Kıbrıslılara ait olan doğal zenginlikler bu adanın refahına değil, kalıcı taksimine kurban edilmektedir.