Dün, eski Sovyetler Birliği başkanlarından Stalin’in ölüm yıl dönümüydü. Stalin, Ekim Devrimi lideri ve Sovyetler Birliği’nin kurucusu Lenin’in ölümünden sonra Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin Genel Sekreterliği’ne gelmiş ancak başta Troçki olmak üzere, pek çok devrim önderini ya öldürerek ya sürerek tasfiye etmişti. Eski Sovyetler’de Stalin dönemi, yaygın baskının toplumun en küçük biriminden devlet aygının çekirdeğine dek her alana nüfuz etmesiyle anılır.

Stalin’in ölüm yıl dönümünde, dünyada faşizmin tekrar halk kitlelerini az veya çok etkisi altına alabildiği bir dönemeçten geçiyoruz. İktisadi buhranların ülke ekonomilerinin çarklarına taş koyduğu her virajda yaşandığı gibi, halklar yaşam mücadelesinde kıtlaşan kaynaklara çok daha zor ulaştıkça milliyetçilik ve faşizmle karınlarının doyacağına inandırılır.

Kimilerine göre, Kuzey Kıbrıs demokrasi kisvesi giyinmiş bir faşizm altında yıllarca yönetilebilmiştir. Faşizmden yara alanlara, aniden esen çözüm ve barış meltemiyle iktidar olma olanağı yaratılınca, Stalinvari olmaya zamanı yetmese de, bir tür soldan üfüren faşizm sahne almıştır bu kez Kuzey Kıbrıs’ın semalarında. Gelen ve giden iktidarların faşistleşmekle eleştirildiği bir toplumun yurttaşlarının oluşturduğu ailelerde, trafikte ve iş yerlerinde birbirlerine faşizan tavırlar içinde davrandığı göz önünde bulundurulursa, düpedüz faşist bir toplum olduğumuzu öne sürebiliriz.

Nazizmi aratmayan senelerin devamında Stalinizmi çağrıştıran bir sol iktidar deneyimi ve toplumun faşizmi içselleştirmesi, Kuzey Kıbrıs’ın geleceğini de şimdiden örüyor kuşkusuz. Örülen kazağın her iktidar döneminde altına giyilense simsiyah renkte, katran karası faşist çizmeler oluyor. Kazağın renginin değişmesiyle çizmenin renginin değişmediğini ortaya çıkarmak ise bağımsızlara kalıyor. Kazak değişiyor, çizmelerde aynı renk, aynı ton, aynı tok basış…

Hitler’in, Mussolini’nin ve Stalin’in çizmeleri, faşizme karşı olan devrimcilerin şiirlerini tüm haşmetleriyle esir almamıştır boşuna. Şiirlerinden ötürü tutuklanan, Stalin tarafından Sibirya’ya sürgüne gönderilen ve sürgünde, son isteği bedenini sıcak tutacak giysiye hasret, hastalıktan ölen Rus şair Osip Mandelstam, 1933’te yazdığı Stalin Epigramı’nda;
“Yaşıyoruz, ama hissetmiyoruz artık bastığımız toprağı.
On adım öteden duyulmuyor konuştuklarımız.
Oysa ne zaman iki çift laf edecek olsa birileri,
Kremlin'in dağcısını anmadan edemiyorlar.
Parmakları kalın tırtıllar gibi
ve ağır kurşun gibi dökülüyor ağzından kelimeleri.
Hamamböceği bıyığı sırıtıyor
ve pırıl pırıl çizmelerinin üstleri,
İnce boyunlu adamları sarmış çevresini,
bu insan bozuntularının soytarılıklarıyla oyalanıyor.
Biri ıslık çalıyor, biri miyavlıyor, biri inliyor,
Yalnız o parmağını bize sallayarak kükrüyor.
İnsan karnına, alnına, şakağına, gözüne
nal fırlatır gibi durmadan emirler yağdırıyor.
Bu geniş omuzlu Kafkas Kocası, tatlı bir meyve gibi
dilinin üstünde yuvarlıyor her idam kararını.”
diyordu.

Stalin’in ölüm yıl dönümüydü dün. Kuzey Kıbrıs’ta Naziler hiç ölmedi. Stalin de yaşıyor hala. Bir tarikatın, üyesinin ailesine, ilişkilerine, kıyafetine, saçına başına karıştığı gibi standart çocuklar büyütüyor; partilerini babadan anadan çocuğa geçecek şekilde yönetiyorlar. Çocuklar, nesil farkının küçük nüansları dışında anaları ve babalarının burnundan düşmüş, kıvamlarını anca seçip yayınladıkları Facebook fotoğraflarıyla bulabilseler de büyük devrimci endamında mücadele veriyorlar. Kime karşı? “Faşizme karşı”. Öyle diyorlar. Stalin’in ölüm yıl dönümünde bendeniz gibilere de tüm faşistlere karşı mücadele ettiğimizi hatırlatmak kalıyor pek tabii…