Sivil toplumculuktan sıçrayarak politikacı olmanınAdayarısındaki demokrasinin ilerlemesinde bir engel olduğunu geçen yazımda tartışmaya başlamıştım.
Sivil toplumun iktidara gelen her partiyi kıyasıya eleştirmesi, devlet ve onun yürütmesi olan hükümetlere aynı sınır tanımaz eleştiriyi yapabilmesi, sivil toplumun devletle arasında belli bir mesafe olması gereğinden bahsetmiştim. Aktivistlerin de zor beğenen, hep sorgulayan, inatçı ve zorlayıcı yaklaşımlar sergilemesi gereğini dile getirmiştim.
 
Kaldığımız yerden devam edelim. Sivil toplumculuğun ve aktivizmin bir de “süreklilik” özelliği ile birleşmesi gerekmektedir. Adayarısından örnekler özgül koşulları irdelemek açısından gereklidir. Bir iktidar döneminde cinsiyet temelli hakları tanımayan bir kadın bakana “çantacı” diyen bir feminist grup, kendi partisinin iktidar döneminde ve seçim süreçlerindeki cinsiyetçilikleri “biz okşaya okşaya, seve seve, kırmadan dökmeden eleştiren bir sivil toplumuz” diyerek kendi uyguladığı orantısızlık mesele değilmiş gibi davranamamalıdır. Feminist olmak demek, en ufak bir eleştiriyi cinsiyetçilikle yalan yanlış şekilde bağdaştırmak değildir. Ama “parti başkanından azar işiten kadın vekil” imajı feminizmi, feministi, kadın hareketlerini ve kadınların erkekler tarafından ezilmemesi kavramlarını zedelemektedir. Bu hasarın yaratacağı endişe bir kenara bırakılarak görmezden gelinemez. Cesur, açık ve keskin eleştiriler her dönemde, her cinsiyete yönelik kullanılmak durumundadır. “Azar işiten, azardan sonra geri adım atan kadın vekil” konumuna kendini düşüren vekilden feminist sivil toplum örgütleri hesap sormak zorundadır. Bunun hesabının sorulması yerine şakşakçılık yapan sivil toplumla karşı karşıyayız. Bunun sebebi sivil toplumun partili olmasıdır. Ya da sivil toplumculuğa partileşme hedefiyle soyunmaktır.
 
Sivil toplum aktivisti adı altında siyasi partilerin çekişmelerinin uzantısı ve aracısı olan bu grup ve kişiler, toplumun hassasiyet geliştirdikleri konuları üstlenmiş gibi yapmaktadırlar.Sanki siyasi partilerin yozlaşmış nemalanma güdülerinin ötesinde ve dışında bir dil kullanıyormuş gibi yapmaktadırlar. Halbuki yakından incelediğinizde sonuçta sadece bu siyasi partilerin seçim kurgularında rol oynamaktadırlar.
 
Halkın içinden bireyler arasında toplumsal sorunlara önem veren, iyiye gidişi isteyenler çoğunlukta. Aktivistlerintemiz toplum, LGBT ve kadın hakları, mal beyanı ve nerden buldun yasaları gibi önemsenen konuları ele alması, tabir yerindeyse sivil toplum konuları üzerinden halkı“tavlayarak” partiye oy deposu olmak üzere bireyleri partiye angaje etmeyi hedeflemektedir. Toplumsal sorunların çözümlenmesinden yola çıkıp, gerçekte hiçbir özsel değişimi sisteme sunmamasına rağmen sivil toplumcu kılıfında politikaya atılanlar yüzünden partileri eleştirmek güçleşmektedir. Çünkü içinde bu konuları konuşan insanlar olması hasebiyle “bu meselelere duyarlılık gösterdiği ‘kesin’ olan bir siyasi partiye” herhangi bir eleştiri getirmeme beklentisi insanlara sürekli telkin edilmektedir. İşte tam da bu sebepten sivil toplum aktivistleri parti bağlantılı olmamalıdırlar ve içlerinden milletvekili çıkarmamalıdırlar.
 
Sivil toplum, sivil toplumda kalmalıdır. Sivil toplum aktivistleri her partiye eşit mesafede durarak, insana dönük hak arayışlarına aynı tempoda eleştirel bir tutumla yaklaşmalı, neyin eksik olduğunu belirtmeli, değişimin itici gücü olmalıdır. Değişim getireceğine inandıkları vekilleri farklı partilerden desteklemeli ama değişim bu vekillerin döneminde kötüye doğru olduğunda da bu vekillerden kamusal alanda hesap sormalıdır. Mesela kadın haklarına duyarlılığı ön plana koyarak seçilen vekillerden kadın sığınma evinin devlet destekli güçlenmesi yerine kendi iktidarları döneminde neden kapatıldığının, seks kölelerinin ayan beyan cinayete kurban gittiğinin hesabı sivil toplum tarafından sorulmalıdır. Adayarısında bırakın sivil toplumun bu vekilleri sorgulamasını, bu vekillerin iktidar vekiliyken sivil toplumcu gibi açıklamalar yapmasına aynı sivil toplum alkış tutmakta “ne güzel söyledi, aferin! Sizin gibilere çok gerek var” diyerek fütursuzca destek beyan etmektedir.
 
Sivil toplum halkın beklentileri doğrultusunda söylem geliştirip, sempati toplayarak kişilerin vekil seçilmesi için kurgulanmamalıdır. Feministler, sosyal adalete inananlar, ırkçılık karşıtları vekil olmak istiyorlarsa en başından partilerin içinde yer alarak mücadele etmelidir. Partilerinin tabanlarına yönelik mücadele sürdürmeli, oradan kabul görerek seçilmek üzere hareket etmelidir.
 
Sivil toplum vekilliğe giden yolda partiye ve siyasete paraşütle inebilmenin sıçrama tahtası yapılmamalıdır. Sivil toplum siyasete girme aracı olduğunda, bizdeki gibi iktidar partisindeki feminist ve hak savunucusu imajını kullanan vekiller, yürütme (hükümet) ellerindeyken “devlet fuhuşuna son! Kadın sığınma evinin kapatılmasına göz yumanlar kahrolsun!” gibi rol kaymalarını kolayca yaşayabilmektedir. Sivil toplum düşünme kasını kullanarak, buna izin veren yürütmenin (iktidarın) ta kendileri olduğunu fark ettirerek hesap verecek pozisyonda olduklarını hatırlatabilir. Alkış merakını bir yana bırakacak bir “sivil toplum” bu hatırlatmaları yapmaktan sorumludur. Artık imajları kazıyarak ardındaki iş yapmazlık ve varolan sistemi sürdürme halini sorgulamanın zamanıdır. Ancak bu sorgulama ile meclisteki iktidar partisi vekilleri konuşmanın yetmediğini icraat yapmaları gerektiği gerçeğini de hazmedecekler, reel sonuç üretecek şekilde çalışmaya başlayacaklardır. Haydi sivil toplum! Eleştir, sorgula, hesap sor! Sen alkış tuttukça, daha iyi yönetimlere ulaşmamız olanaksızdır.