‘’İlk gebelikti. Anne ve baba adayları normal doğuma odaklanmışlardı. Her şey yolunda gitmiş, gebeliğin son dönemecine gelinmişti. Bebeğin başı doğum kanalına angaje olmuştu, baş-pelvis uyumsuzluğu yoktu (yani bebeğin gelişi düz ve anne ile uyumu normaldi). Randevu alarak gittiği son kontrolünde ‘’suyun az olduğu’’ söylenince, normal doğum ‘’iptal’’ edildi ve 3 saat sonra, sezaryen ile çocuğunu kucağına aldı! Ertesi gün hastaneden taburcu oldu.’’

‘’İlk gebelikti. Cambridge düşesi Kate Middleton, doğum sancılarının başlaması üzerine 05:30 sularında hastaneye başvurdu. Saat 16:24’e bebeğini kucağına aldı. Normal doğum idi. Yaklaşık 12 sürmüştü. Uzmanlara göre ilk doğum için ortalama bir doğum süresi idi. Doğumdan yaklaşık 7 saat sonra evine döndü.’’
Sezaryen, “kesilip alınan” anlamındadır. Doğal olmayan durumlarda karın ve döl yatağının kesilerek bebeğin alınmasına dayanan doğum yöntemidir. Antik çağlarda sezaryen yönteminin kullanıldığı ifade ediliyor. O dönemlerde henüz ameliyat ve anestezi teknikleri ve gerekli ilaçlar geliştirilmediği için sezaryen, ameliyattan sonra annenin öleceğine kesin gözüyle bakılarak sadece bebeği kurtarmak amacıyla yapılan bir yöntemdi. Yıllar geçtikçe, anestezi ve ameliyat tekniklerinin gelişmesi ve antibiyotiklerin kullanıma girmesiyle birlikte, sezaryenin yıldızı her geçen yıl daha da parladı!
Dünya Sağlık Örgütü, 1985’ten bu yana ideal sezaryen oranlarını % 10-15 arasında olduğunu öngörmüştür. O zamandan beri sezaryen oranları gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde hızla artmakta. Tıbben gerekli olduğunda, sezaryen, gerek anne gerekse bebek açısından hayat kurtarıcı olabilmektedir. Ancak sezaryen işleminin gerekli olmadığı durumlarda, sezaryenin anne veya çocuğa yararlarını gösteren bir kanıt da yok! Yani, Dünya Sağlık Örgütü, adeta bas bas bağırarak diyor ki: Sezaryen oranını %10-15’lerden yukarıya çıkarmak, anne ve yeni doğan bebekte ölüm oranını azaltmaya yardımcı olmuyor! Demek istiyorlar ki, sezaryen ile doğumlar arttığında, yani %10-15 oranının üzerine çıktığında, ne annede ne de yeni doğan bebeğinde herhangi bir riski azaltmış olmuyorsunuz. Sezaryen ile doğum oranında dünya ortalamasının %30 olduğu belirtiliyor. Bu oran, Türkiye’de %53, Fransa’da %20, Hollanda’da %15’ler seviyesinde. Ülkemizde ise devlette ortalama %50, özelde ise ortalama %65 civarındadır. Bu oranlar da gösteriyor ki, ülkemizdeki sezaryenlerin yaklaşık %40’ı, anne ya da bebeğin sağlığı ile ilgili herhangi bir bilimsel gerekçelere dayanılmadan yapılıyor! Gerçekler ortada iken, ülkemizde sezaryen neden bu kadar fazla? Normal doğum oranlarımızı nasıl artırabiliriz? Aslında, ülkemizdeki doğum sorunlarına ve çözümlere, başta Sağlık Bakanlığı olmak üzere, konunun bütün muhatapları gayet hakim!
 Gelin bir kez de birlikte irdeleyelim:
- Korku, gebeliğin adeta vebasıdır. Ağrı korkusu, anneyi normal doğumdan soğutur. Ülkemizde, gerek kamu, gerekse özel sektörde, anne adayının gebelik sürecine hazırlanması konusuna, ne yazık ki, yeteri kadar önem verilmemektedir. Sezaryen, anne adayı tarafından bazen, daha basit bir yöntemmiş gibi algılanmaktadır. Ülkemizde, normal doğumun kazanımları konusunda yeterli bilgilendirme ve normal doğuma özendirme gibi herhangi bir rutine girmiş uygulama bulunmamaktadır. Sağlık Bakanlığı, koruyucu ve temel sağlık çatısı altında, gerekirse belediyelerle de işbirliği yaparak, anne adaylarına yönelik gebelik eğitimi mutlaka hayata geçirmelidir. Yazılı basın ve görsel medya kullanılarak bu konu sürekli gündemde tutulmalıdır.
- Sezaryen bazen de, doğacak çocuğun, ailesi tarafından ‘’doğum tarihinin rezervasyonu’’ anlamı taşımaktadır. Gebelik sürecini takip eden doktorların, baskı unsuru olabilecek bu ve buna benzer taleplerde, ortak tavır sergilemeleri önemlidir.
- Gerek kamu hastanelerinde, gerekse özel hastanelerde, gebelik takip birimleri, ebe hemşire sayıları yetersizdir. Özellikle özel hastanelerde, sancı odalarının, doğumu gerçekleştirecek ekibin varlığı hiçbir şekilde denetlenmemektedir. Dolayısıyla, belki de her şeyden önce, gerek devlet, gerekse özel sağlık birimlerinde, normal doğum eyleminin gerçekleştirilmesini sağlayacak her türlü teknik ve personel ihtiyacı tespit edilerek, eksikliklerin giderilmesi sağlanmalıdır.
- Sağlık Bakanlığı, doğum kayıtlarının düzenli tutulmasının takibinden sorumludur. Doğum kayıtlarının periyodik olarak incelenmesi, hangi sağlık biriminde, hangi doktorun, ebenin veya hemşirenin gözetiminde normal veya sezaryen doğumun hangi koşullarda yapıldığının belirlenmesi açısından önemlidir.
- Her zaman yazdığımı yine yazıyorum, KKTC’de tüm doktorlar Sağlık Bakanlığı’na kayıtlı olmalı ve aynı zamanda yine tüm doktorlar, otomasyon sistemine tanımlanmalıdır. Bu sayede, yapılan tüm tıbbi işlemler, gerekçeleri ile birlikte net bir şekilde gözler önünde olacaktır. Bugün hala, hangi doktorun ne zaman, nerede, hangi koşullarda çalıştığı Sağlık Bakanlığı tarafından bile tam olarak bilinmemekte, takip edilememektedir. Böyle bir ortamda, doğum uygulamaları da elbette verimsiz takip edilecektir.
- Son olarak, iğneyi biraz da meslektaşlarıma batıracak olursam, gönüllü seçtiği uzmanlık alanının hakkını vermek adına, gebelik sürecini takip eden Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı, özel hayatını, bebeğin ve annenin normal doğum ile elde edecekleri mucizevi kazanımların üzerinde tutmamalıdır!
Unutulmamalıdır ki sezaryen, modern tıbbın insanlığa armağanıdır. Anne ve/veya bebeğin sağlığını/hayatını tehdit eden durumlarda, sezaryen adeta bir ‘’kurtarıcı manevradır.’’ Aksi durumlarda ise, annenin ve/veya çocuğun sağlığını bilerek tehlikeye atmak demektir!
Sezaryen mi normal doğum mu diye daha çok tartışa duralım, bu konu gündemdeki yerini her zaman koruyacaktır. Her ne kadar, bir gebelik sürecinin sonunda başvurulacak doğum yönteminin hangisinin olması gerektiği ile ilgili bilimsel kriterler belirlenmiş olsa da, kriter dışı unsurlar da, yöntem üzerindeki gizli etkilerini bir başka deyişle, sezaryenin, normal doğuma karşı olan gizli gücünü sürdürmesinde etkili olacaktır. Anne adayının ve doktorun vicdanları arasındaki sessiz iletişim de doğacak bebeğin kaderini kulağına fısıldamaya devam edecektir! 
Dr. H. İlker İpekdal