Şener Levent Hoca son çıkışında yerden göğe kadar haklı. Kanımızca kabul edilemez ve Kıbrıs Halkları açısından onur kırıcı olan Taksim Hattının güneyinde esen ‘hava’, hakim olan iklim Kıbrıs Sorunu denilen, etnik çatışma-emperyalist mücadele harmanlı sorunun aşılmasına yardımcı olacak noktada değil. ‘Omorfu’yu, Maraş’ı, Karpaz’ı geri verdik, üstüne bir de TSK’yı adadan çektik, federal çözüme evet der misiniz’ diye sormuştu geçtiğimiz günlerde ‘oxi’ cephesine Şener Hoca. Aldığı cevap oldukça düşündürücüydü: Hayır. Hal böyle olunca, Şener Hoca serzenişte bulunuyor: ‘Meğer ben Kıbrıs Sorununun bir işgal sorunu olduğunu sanmıştım’. Oldukça yerinde bir serzeniş… Bir yıldan beri, akademik ve gazetecilik serüvenini bu ada topraklarında sürdüren ‘Salkım Salkım Asılacak’ bendeniz için Şener Hocanın serzenişini teyit etme gerçeği oldukça üzücü bir durum. Yanlış anlaşılmalara mahal vermemek için şu ‘ön koşulu’ bilginize sunmuş olayım: ‘Çözüm Kıbrıslı Rumlar ve ‘Kıbrıslı Türkler yüzünden olmaz’ türünden, buram buram etnik ayrımcılık ve ırkçılık kokan bir genelleme yapacak durumda değilim. Hataları ve sevaplarıyla bu küçük adanın tüm halklarının bu topraklarda özgürce bir arada yaşayabilecekleri düşüncesi pusulamdır ve bu gerçek ömrümün sonuna dek bu ‘kafirin’ hayatında geçerli olmaya devam edecek. Benim sorunum kendini sözüm ola ‘ilerici’ addeden ama düşünce ve hareket tarzı ile bu adada taksimin kalıcılaşmasına hizmet eden kesimler. Bu yazının devamında bu sözde Rum ‘ilericilere’ değineceğiz. Kişisel deneyimle alakalı, son birkaç hafta boyunca kendi gündemime gelmiş olan üç örneği izninizle bilginize arz edeyim. İsmi bende saklı olan, güneyde faaliyet gösteren bir akademik kurum, adada hakim olan ‘çözüm’ rüzgarı furyasına kendisini kaptırıp bendenizden Kıbrıslı Türkler eksenli yeni bir akademik programı bir an evvel oluşturmamı ve bu eksende faaliyet başlamamı talep etti. İşi gücü bırakıp, ‘önemli’ olarak addettiğimiz bu girişime odaklandık. Sonuç itibariyle bu adada modern Kıbrıs Türk gerçekliğine ilgi gösteren, ona değer veren kaç Rum kurumu var ki? Bu soruyu kendimize sorup bu faaliyete yoğunlaşıp ve kısa bir süre zarfı içerisinde, akademik kıstaslara bağlı kalmak koşuluyla çalışmamızın ana hatlarını bu ismi bizde saklı ‘eğitim’ kurumuna sunduk. Başlangıçta her şey yolunda giderken, zamanla işin içerisine yabancı eğitim görevlilerin girmesiyle ve ‘eğitim’ kurumun yönetiminin çark etmesiyle beraber bizim proje askıda kalıverdi. Bizlere bu gelişme hakkında verilen, daha doğrusu bize sezinletilen açıklama içler acısıydı: ‘Düşündük taşındık Kıbrıs Türk gerçekliği şimdilik burada satmaz, müşteri getirmez’. Birkaç hafta sonra aynı gerçeklikle bir başka –hem de bu sefere sözüm ola prestijli, uluslararası üne haiz- bir eğitim kurumunda rastlaştık. 1960-1963 döneminde Kıbrıs Rum tarafında akademik anlamda görmezden gelinen ‘Kıbrıs Türk gerçekliği’ eksenli bir araştırma için bir fon talep ettiğimizde, sudan ve havadan bahanelerle talebimiz geri çevrildi ve iki toplum arasında ‘bilgi köprüsü’ olması gereken bir kurum bu şekilde önemli bir girişimi berhava etmiş oldu. Sözüm ola federal çözümün arifesinde olan Kıbrıs’ın güneyinde ‘trajediler’ bununla da sınırlı kalmadı. Adanın kuzeyinde faaliyet gösteren, dost ve yoldaş bir yayın evinin talebi üzerine, Kıbrıs Rum edebi bir eserin Türkçeye kazandırılması için ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin makamlarından destek talep ettik bu kere. Bilindiği üzere Nikos Anastasiadis Hükümeti’nin ilan ettiği meşhur güven arttırıcı önlemler paketinde bu tip inisiyatifler de bulunmakta. Rum tarafı başlangıçta yeni girişime olumlu yaklaştı. Ama zamanla girişim karşısında ‘işgal’ engelini bulup, tıkanıverdi. Neymiş efendim? Kıbrıs Cumhuriyeti işgal topraklarındaki bir kuruma ve bankaya ödeme yapmazmış… Türkiye’de bir yayınevi olursa iş değişirmiş… Bu sinir bozucu durum yukarıda bilginize sunduğum üç örnekle sınırlı değil. Daha onlarca örnek var zihnime kazılmış olan. Onların betimlemesiyle sizleri yormak istemem. Ankara’da ve Atina’da, bir sürü hengame arasında, bazı merciler sağ olsunlar bu ‘düş ve onur kırıcı’ gelişmelerle ilgilendiler, kendilerini kısa zamanda bilgilendireceğiz. Adada ilgilenen dostlar olursa, onları da bilgilendiririz. Bu kısa düşün yazısını noktalarken, bir noktanın altını çizmek isterim. Statükoya, kirli siyasi ve ekonomik çıkar ilişkilerine, iç ve dış istihbarat örgütlerine yenilen bir ‘entelejensiya’ ile bu adanın atabileceği doğru dürüst bir adımı yok ve ne yazık ki gelecekte de var olmayacak. Öz eleştiri kültüründen yoksun, kibirli, vurdum duymaz ve buram buram Balkan tipi etnik ayrımcılık ideolojisi ‘kokan’ liderlikle, düşün dünyasıyla, akademi ile, gazetecilerle, sözde aydınlarla, sözde Komünist Hareket ile, sözde liberallerle gidilecek yol çoktan bellidir. Bu yol Taksim yoludur, bu yol Euro(Baş)piskopos’un, EOKA’nın ve TMT liderliklerinin yoludur. Ne yazık ki bu gerçeklik sadece sözde Rum ilericileri için geçerli değildir. Bu gerçeklik kendi meclisini, başkentini ve İstanbul’unu bombalayan bir ordunun bu adadaki garantörlük hakkını irdelemeyen, 15 Temmuz kalkışmasından birkaç hafta önce ABD Elçiliği ile Türkiye Cumhuriyeti’nin seçilmiş Cumhurbaşkanı’nın iktidardan ‘bir nevi’ uzaklaştırılması temelli diyalog yürüten ‘kuzey ilericilerini’ de yakından alakadar eden bir gerçekliktir.