Ülkemizdeki dışarıda yemek yeme kültürü çok hoşuma gidiyor. Hafta arası ya da hafta sonları, iş arası nefes almak, geniş aile fertlerini zaman zaman bir araya getirmek, doğum günlerini kutlamak, yurtdışından gelen misafirleri ağırlamak için yapılan yemekli buluşmalar. Genci-yaşlısı, kadını-erkeği ile şen şakrak tüketilen yemekler; tanıdıklara denk gelince masadan masaya atılan esprili laflar ya da kısa süreli masa başı ziyaretleri; bazen şarkılar eşliğinde, bazen de sohbetler koyulaşınca atılan kahkahaların ardından evlere keyifli dönüşler… Hepsi ve dahası Kıbrıs’ın dışarıda yemek yeme kültürünün naif parçaları.

Diğer taraftan, masalara konulan başlangıçlar, ara sıcaklar, mezeler, ana yemekler…. Derken, bazen masada yer kalmadığı için üst üste konulan meze/yemek tabakları… İşte tam da burada işin rengi değişiyor ve toplum sağlığı, koruyucu hekimlik ve israf kavramları gündeme geliyor.

Her şey güzel, ama yenmese de masaya konulan, ye ye bitirilemeyen o dolu dolu yemek tabakları, kocaman kocaman porsiyonlar yok mu? Yemeğe başladıktan bir süre sonra, doysak da bitirmek için yemeye devam ederken buluyoruz kendimizi… Mezelere fazla ilişmeyip, midemizde ana yemeğe de yer kalsın desek de olmuyor, mezeler bitmeden doygunluk hissi başlıyor. Derken, garsondan istediğimiz boş poşetin içerisine, masada tüketilemeyen yemekleri toplarken bulabiliyoruz kendimizi. Kedimizin/köpeğimizin birkaç öğünlük yemeği çıkıyor atık haline getirdiğimiz yemeklerimizden. Yemeğin üzerine meyvasıydı, tatlısıydı derken, gecenin sonunda bedenimize ortalama 2500 (ikibin) kaloriyi yerleştirmiş olarak evin yolunu tutuyoruz.

Normal bir bireyin günlük kalori ihtiyacı 2000-2500 kalori civarıdır. Bir komandonun ise, günlük ortalama kalori ihtiyacı 3500 kaloridir. Yani ülkemizdeki dışarıda yemek yeme kültürünün en büyük yan etkilerinden birisi, gereğinden fazla alının kalorilerdir. Haftada 2 gün bu şekilde beslenen biri isek, ayda ortalama 3-4 kilo almış oluyoruz. Ardından yükselen kolesteroller, trigliseridler, tansiyonlar, şekerler, sindirim sistemi sorunları vs vs.. ler ile lime lime oluveriyor sağlığımız! Sosyal aktivitemiz, birdenbire hastalanma zeminine dönüşüveriyor.

Dışarıda yemek yeme yan etkilerinden bir yüzü, doğrudan sağlığımız ile ilgili iken, diğer yüzü de israfla ilgilidir maalesef. Evet, bitirilmeden, hatta hiç dokunulmadan toplanılan meze/ana yemek tabaklarını kastediyorum. Hangi öğünde olursa olsun, genelde yiyebileceklerimizden fazlası geliyor masamıza. Tüketemiyoruz! Garson bize, ‘’devam edecek misiniz?’’ diye sorduğunda, aslında ‘’yemeyecekseniz atalım mı?’’ demek istiyor. Biz de ‘’hayır, alabilirsiniz’’ diye cevap verdiğimizde, aslında ‘’atın gitsin!’’ demiş oluyoruz. Gerçek bu! Sorgusuz sualsiz bir modern ve bilinçli bir israftır çoğumuzun yaptığı!

OECD (Ekonomik İş Birliği ve Kalkınma Teşkilatı) ve FAO (Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Teşkilatı)’nun derlediği verilere göre dünyada, tüketim için üretilen her 3 gıdadan biri yenmeden çöpe gidiyor. Her yıl 1.3 milyar ton gıda israf ediliyor. Bunun yarısı bile 900 bin aç insanı doyurmaya yetiyor. Ülkemizde gıda israfı ile ilgili yapılmış hiçbir çalışma yok!

Gereğinden fazla gıda tüketmek ve gıda israfı tüm ülkelerin sorunu olduğu çok açık. Doysak da yemeye devam yemesek de atmaya devam. Obezite ve açlık realite, bolluk ile israf kardeş olmuş artık.

Peki bizler, kendi ülkemizde, kendi sağlığımızı korumak ve gıda israfına dahil olmamak için neler yapabiliriz?

Hemen her konuda olduğu gibi bu konuda da eğitimin önemi büyüktür. Eğitim ailede başlar. Ebeveynlerin beslenme alışkanlıkları doğru olursa, çocukları da doğru beslenmeyi öğrenir. Eğitimin devamı okullardadır. Yaş gruplarına göre anlaşılacak bir şekilde, müfredatlara konulacak sağlıklı beslenme anlatımları, belki diyetisyen destekli eğitimler, çocuklarımızın, öncelikle ‘’glisemik indeksi yüksek’’ kantin kültürünün değiştirilmesinde, sonra da sağlıklı beslenmenin yaşam tarzı haline getirilmesinde etkili olabilir.

Sağlık Bakanlığı, gerek toplum sağlığı ve gerekse koruyucu hekimlik adına, bu konunun üzerine gitmeli, restoran sahipleri ile birlikte oturup, yanına konunun uzmanı doktorları, diyetisyenleri de alarak, ülkemizin yemek kültürüne uygun porsiyonlar geliştirmek için gayret sarf etmelidir. İlk okununca anlamsız, hatta saçma bile gelebilir ancak, diyabet, yüksek kolesterol, obezite, hipertansiyon gibi hastalıkların beslenme ile doğrudan ilişkili olduğunu düşünecek olursak, bu konunun Sağlık Bakanlığı’nı ne kadar da doğrudan ilişkili olduğu anlaşılabilir. Dolayısıyla, sağlıkta reform sadece finansmanla olmayacağı, reformun proje üretmek ile başladığı unutulmamalıdır. Bunun gibi tamamen ‘’masrafsız’’ projelere, Sağlık Bakanlığı zihinsel mesai harcamalıdır.

Diğer taraftan, sektörün kalbi olan restoranlara da büyük sorumluluklar düşüyor. Restoran sahipleri de, hiç olmazsa kendi işletmelerinde, porsiyonlarını hem sağlıklı hem de israftan uzak hale getirmek için gayret gösterebilirler. İşe, sunum kalitesini bozmadan, ‘’sağlığın için porsiyonunu küçült!’’ sloganı ile, başlayabilirler mesela.

Bir başka husus da, tüketilemeyen gıda artıkları. Ülkemizde, gıda artıklarının toplanması ile ilgili organize olabilmiş hiçbir kurum ya da kuruluş yok maalesef. Onlarca otel restoranının da bulunduğu ülkemizde, günde kim bilir kaç ton gıda, çöpe gidiyor. Halbuki, organik atıklardan çok da fazla finansman gerektirmeyen yatırımlarla, bitki gübreleri, kedi/köpek mamaları yakıt yapmak mümkün. Belediyeler bazında çözümlenebilecek bir konu üstelik. Hazır seçimler de bitmiş iken, bu konu belki bazı belediyelerin dikkatini çeker umudundayım.

Gelin, hiç olmazsa dışarıda yediğimiz yemeklerin porsiyonlarını küçültmeye çalışalım. Artan her porsiyonun artan hastalık ve israfla ilişkili olduğunu unutmayalım. Oluşan gıda atıklarını ise, verimli bir şekilde, yeniden kullanma yollarını bulalım. Bilinçli gıda tüketiminin, sağlık ve ekonomi ile olan yakın ilişkisini hiçbir zaman unutmayalım.

Dr. H. İlker İpekdal