Geçen haftalarda Kıbrıs Sorunu’nun sosyal ve politik boyutuna özet bir şekilde değindik. Sorunun “devletçi” yönünü ele aldık. Aynı zamanda, sorunun sınıfsal boyutunu da kısa bir girizgah gerçekleştirmiş olduk. Bu yazımızda Kıbrıs Sorunu’nun “reel diplomasi”, Alman filozofların deyimiyle “reelpolitik” boyutuna değineceğiz.
Hepimizin bildiği üzere, son haftalarda Kıbrıs Müzakereleriyle ilgili gelişmeler tekrardan ada gündemine gelmiş durumda. Türkiye’nin inisiyatifi ve uluslararası faktörlerin tesiriyle Kıbrıs Sorunu yeni bir evreye taşınmış durumda. Bu yeni evrede gözler önümüzdeki aylarda ya da yıllarda ada kamuoyuna sunulması düşünülen yeni plana odaklanmış durumda. “Annan Planı 2.0”nın temel dayanakları neler olacak? Yeni planın esas maddeleri nelerden oluşacak? Kıbrıs Türk tarafı bu plan çerçevesinde “manevra alanlarını” nasıl tespit edecek? Kıbrıs Rum tarafı bu “manevralara” ne şekilde cevap verecek? Tüm bu sorular bugünlerde Kıbrıs Sorunu’nu yakından takip eden siyaset adamlarını, diplomatları ve uzmanları yakından alakadar ediyor.
Kıbrıs Sorunu’nun bu yeni evresinde tüm taraflar “barış isteklisi ve yanlısı” gözükmek için yoğun çaba sarf ediyorlar. Bu aslında Kıbrıs Sorunu’ndaki yeni evrenin bir ön boyutu. Türkiye ve Kuzey Kıbrıs’a bakacak olursak istenilen bir an evvel, ön şartsız çözüm ve federal yapımın kurulması. Kıbrıs Rum tarafına bakacak olursak istenilen “daimi, kalıcı barış” ve adadaki barikatların bir an evvel ortadan kaldırılması. Siyasi ve diplomatik alanda her iki tarafında dillendirdikleri istemler bu yönde. Ancak işin bir de “arka - reelpolitik boyutu” söz konusu. İki tarafın Kıbrıs Sorunu babında izlediği siyasi çizgilerde bir değişiklik gözlemlenmemekte. Kıbrıs Türk tarafı “kurucu devlet” tanımlamasının altını ısrarla çizerken, yeni federal yapıda ortak Türk kurucu devletin faaliyet alanının geniş tutulması için yoğun çaba sarf ediyor. Bu istemin karşısında duran Kıbrıs Rum tarafı “kurucu yönetim (devlet değil)” tanımlamasına hareketle “federal yapının” işlevselliği üzerinde duruyor. Rumlara göre yeni federal yapı Türklerin istedikleri vakit “kilitleyebileceği”, dağılmaya götürebileceği bir yapı olmamalı. Rum tarafı bu düşüncesini bugünlerde kapalı kapılar ardında Batı başkentleriyle paylaşmanın telaşında. Bize ulaşan en son bilgiler bu yönde…
Yukarıda değinmiş olduğumuz hususlar Kıbrıs Sorunu’nun “devletçi” boyutunun ne kadar devasa olduğunu gözler önüne seriyor. İki taraf soruna deyim yerindeyse bir “devlet ve toprak fetişizmi” perspektifiyle yaklaşıyor. Bu perspektif çerçevesinde “devlet” ve “toprak” kutsallaştırılıp, adeta yeni bir din halini alırken, olası bir çözümün toplumsal, sınıfsal ve ekonomik kazanımları kolaylıkla göz ardı edilebiliyor.
İki taraf sorunun çözümünden o denli uzakken, iki liderlik bu küçük adanın gündemini müzakerelerle neden meşgul etmek ihtiyacı duyuyor? Kanımızca bugün esas sorulması gereken sual bu. Şu an itibariyle elimizde var olan veriler ve bilgilerle görebildiğimiz yakın zamanda Kıbrıs Sorunu ile ilgili iki müzakere masasının kurulacağı gerçeği. Birinci müzakere masası Kıbrıs Sorunu’nun “ön boyutuyla” ilgili olup genelde dış dünyanın vereceği tepkilere endeksli olacak. Açacak olursak, iki taraf önümüzdeki dönemde siyasi çizgilerini radikal bir şekilde revize etmezse, ön müzakere masasında konuşup, müzakere ediyorum edasıyla oturan ama dikkatleri aslında Kıbrıs Sorunu’nun nihai safhasına odaklı olan siyaset adamları ve “uzmanlar” göreceğiz. Bu dönem boyunca iki taraf dünya kamuoyuna “masadan kalkan taraf olmadığını göstermek” için yoğun çaba sarf edecektir. Ön müzakere masasının gereksizliğinin dünya kamuoyunca anlaşıldığı ve büyük ihtimalle iki olası referandumda tescillendiği vakit “reelpolitik müzakere masasına” geçiş yapacağız. İşte o vakit iki taraf eteklerindeki tüm taşları yere serip 1960 yılında kurulup, daha emekle safhasında vurgun(lar) yemiş olan “birlikteliğin” mirasını toplamak için çaba sarf edecektir.
Hiç kimsenin kuşkusu olmamalı… “Reelpolitik müzakere masası”nda Kıbrıslının sözü geçmeyecektir. Kapalıçarşı mantığıyla kurulan müzakere masasında Kıbrıslının istemlerine, arzularına, tasalarına, kaygılarına yer olmayacaktır. O masada “Helenizmin ali menfaatleri”, “Türkiye’nin bölgesel tasavvurları” ve iki popülist liderliğin kendi iç hesap(laşma)ları yer alacaktır.
Adı üstünde “reelpolitik”… Machiavelli tarafından teoreme aktarıldı, Bismarck tarafından uygulandı, 200 yıldan beri bu dünyanın dertlerine derman olamadan, “ali menfaatlere” sayısız hizmetler sundu… Hep eksik kalan bir şey vardı: İnsan boyutu. Onun için Kıbrıs Sorunu’nun bugün gelmiş olduğu noktada vurgulamakta yarar görüyoruz: Tribünlere oynarken bu adanın öz sahibi Kıbrıslıyı unutmak tehlikesiyle karşı karşıya kalabiliriz…