Herkesin aksine banka kuyruklarını ben severim…
Vaktimin çok olduğundan değil, o kuyruklarda çok şey öğrendiğim için!
Meslek icabı, vatandaş bizi önemli bir konumda gördüğü için, bolca konuşma imkanı bulur, dert dinler ama tabi ki çoğu zaman çözüm üretemediğimiz için, görevimiz gereği sadece kamuoyunu aydınlatmaya, yetkililerin de dikkatini çekmeye çalışırız.
Duyarlı yetkili ve bazı bakanların ise bizi sıkı takip edip, ellerinden gelen katkıyı koyduklarını da burada teslim etmemiz gerekir…
Çok kere ilgili bakan okuduktan sonra yazdığımız konularla ilgilenmiş, bir çok sorunu çözmüş ya da çözmeye çalışmış ve en azından bunlar bile bizi fazlasıyla memnun etmiştir…

Dün sabah da yine bir bankada sıramızı beklerken, hemen yan koltukta oturan beyefendi önce selam sabah verdikten sonra, banka duvarında asılı afişi gönderdi…
Başlıkta iri puntolarla şöyle yazıyordu;
“Maaşını getir, 40 katını cebinde bil”
Altta da küçük puntolarla, elbette ki ödeme koşulları…
Bilmem kaç yılda ne kadar taksit ödeneceği filan.
Ne kadar cazip değil mi?
Örneğin maaşınız 3 bin lira, bankaya bağlayıp 120 bin TL’yi cebinize koyup gitmek mümkün.
İster evinizi değişin, isterseniz kendinize son model bir araba çekin…

Ben bunları düşünürken bana afişi gösteren beyefendi konuşmaya devam etti;
“Farz edin ki aynı okulu bitirdik, askerliğimiz yaptık, ben devlete işe girdim siz ise özel sektöre, bu olanaktan siz faydalanamayacaksınız, ne garip değil mi?...
Bu tabi ki bilinmeyen bir mesele değil, yıllardan beridir ister devlet bankaları olsun isterse özel bankalar hep kredi imkanlarını devlet çalışanlarından yana kullanırlar…
Haklıdırlar da!
Devlette birini borçlandırırsanız paranız garanti altındadır, maaş önce bankaya gider, içinden parasını alır, kalan hesaba yatar.
Uzun vadeli borçlarda faiz yüksek olduğu için yeme de yanında yat!
Ama özel şirketlerde çalışıyorsanız, bankalar sizi hep potansiyel suçlu olarak görür ve en ufak bir krediye bile 4 tane kefil isterler, parayı verirken de burnunuzdan fitil fitil getirirler!

Bunları niçin yazdığımızı tahmin etmişsinizdir…
Devlette çalışmanın ayrıcalığını, özelde çalışmanın ise ne kadar onur kırıcı olduğunu…
Abarttığımı sanmayın, şimdiye kadar hiçbir bankadan tek kuruş borçlanmamış birisi olarak, eğer bir gün buna ihtiyaç duysam ve kredi için devlette çalışmamı şart koysalar, onurum kırılır, böyle adaletin içine diye başlayan sözleri bol kullanırdım…
Devlete kapağı at, günün yarısını kaytararak geçir, bir tamam yıllık izinlerini kulan, doktor raporlarını sonuna kadar bitir, üstüne bir de bankalarda bile diğer çalışanlardan bir özelliğin olsun…
Bu onur kırıcı değilse nedir ki?

Şöyle son 20 seneyi bir düşünün lütfen;
Gelen giden hükümetleri, verdikleri seçim vaatlerini…
“Devleti küçülteceğiz, özel sektörü büyüteceğiz, devlet çalışanları ile özel sektör çalışanlarının maaşlarını eşitleyeceğiz, hatta artık özelde çalışmak devlette çalışmaktan daha avantajlı hale getirilecek…”
Falan da filan!
Şimdi haklarını yemeyelim, maaşlar biraz daha gayret etseler eşit hale gelecek…
Bunu özel sektörü destekleyerek filan yapmayacaklar aksine devlette çalışanların maşlarını kırparak yapacaklar…
Bunun adına da devlet ile özel eşitlendi diyecekler!

Ekonomik konulardan pek çakmadığım için özel sektör nasıl desteklenir, buralarda çalışanlara nasıl fazla maaş verilir, hiçbir bilgim yok…
Tek bildiğim yıllardan beridir halkın gözünün içine baka baka yalan söyleyen siyasetçilerin seçim öncelerinde verdikleri sözler…
Ve iktidara geldikten sonra, değil özeli büyütmek, devletin kamburunu artıran istihdamlara devam etmek…
Bir de bildiğim, bankalarda bilmem kaç milyar para olduğu…
Hatta zaman zaman bakanlar çağrıda bulunup bu paranın halka açılmasını istemeleri, hepsi o…
Banka sahipleri de hayır kurumu işletmiyorlar ya!
Kimi garanti görürlerse parayı da ona verecekler ki geri dönüşü garanti olsun!

Yeni UBP ya da yeni KKTC projesinde bu var mı bilmem…
Olursa iyi olur, yıllardan beridir süre gelen adaletsizlik son bulur!
Olmazsa da canları sağ olsun…
Nasıl olsa bu düzene alıştırdılar bizi!
Devlette çalışan maaşı bankaya yatırır krediyi kapar, özelde çalışan da avucunu yalar!
Bunun adı da olur istikrar…

GÜNÜN FOTOĞRAFI


MESAJ KUTUSU


Sayın Vakkas ALTINBAŞ, memlekete hoş geldiniz gelmesine de artık sizden 1 Milyon Euro isteyen kişi ya da kişileri kamuoyuna açıklasanız, elinizdeki bant kayıtlarını da dinletseniz diyoruz…Pis kokular öyle bir yayıldı ki çevre kirliliği büyük boyutlara ulaştı…

Sayın Aşkan İLGEN, elinize bir iş adamından istenen 1 milyonluk haracın bant kayıtlarının ulaştırıldığını duyduk…Sizin camiadan bir avukatın da ismi geçiyor. Bu konuda soruşturma başlatıldı mı?

Sayın Hüseyin ÖZGÜRGÜN, sessiz sedasız bir şekilde evlenmeniz bir çok dostunuz tarafından hem memnuniyetle hem de sitemle karşılandı. Yine de mutluluklar dileriz, Allah bir yastıkta kocatsın…

Sayın Erdal ÖZCENK, sizin hastanede olaylar tam yatışmışken şimdi de domuz gribi ile çalkalanmaya başladı. Ne kadar kadersiz bir baş hekimmişsiniz böyle… Allah beterinden saklasın…

Sayın Önder KONULOĞLU, Leymosunlular Derneği isim tartışması yüzünden dağılma noktasına kadar gelmiş…Bu işe de siyaset bulaştığına göre, gerisini siz düşünün artık. Ara bulmak için en iyi ismin sizinki olduğunu duyduk, sıvayın kolları bakalım…

Sayın Özer BOYACI, Bankanızın Girne şubesinin açılışına sadece belediye başkanını davet etmeniz bir çok siyasetçinin gözünden kaçmamış. Hatta bazı bakanlar kurdela kesemeyecek olmanın üzüntüsünü yaşıyormuş. Vardır bir bildiğiniz değil mi?

Sayın Turgay AVCI
, kurultay sonrası yaptığınız çıkışlar dikkatlerden kaçmıyor. Her ne kadar parti içinden bazılarının tansiyonu yükselse de, Ankara’da keyifle izleniyormuş. Siz yine de merdivenleri tek tek çıkmaya bakın da ayağınız takılmasın. Ne olur ne olmaz…

Sayın Hüseyin ANGOLEMLİ,
bir dahaki genel seçimlerde aday olmayacağınızı duyan partilileriniz yakında kapınızı çalmayı düşünüyormuş. Bir dönem de partinizin bölgedeki gücünü artırması açısından devam etmeniz isteniyor…Zor bir karar olacak değil mi?

Sayın Talip ATALAY, Mağusa’da bir imamın önce bir çiftin imam nikahını kıydığını sonra da uygunsuz teklifte bulunduğu şikayetini aldık. Bu olayın peşindeyiz sizin de bilginiz olsun istedik. Umarız ört bas etmiyorsunuzdur…

Sayın Suphi HÜDAOĞLU, anketler sizi sakın yanıltmasın ama iyi yoldasınız beklediğinizden çok daha yukarılarda bir oy alarak en azından genel seçimler için iyi bir zemin yaratmış olacaksınız…

Sayın Mustafa ARABACIOĞLU, Lefkoşa’da dün ekibinizle birlikte sanayi bölgesini gezerken görülmüşsünüz. Bölge sakinleri buraya seçim ofisi kuran seçimi de kazanır diyor… Bize de göre de bu bölgeye önem veren ipi göğüsler…

Sayın Deniz GÜRGÖZE
, dün sıkıntılı bir dönemden sonra teyze olduğunuzu ve sağlıklı bir bebeğin dünyaya geldiğini duyduk. Bu süreçte sizin de 9 doğurduğunuz söyleniyor. Büyük geçmiş olsun, Allah analı babalı büyütsün…

Sayın Hasan SERTOĞLU, dün akşam Gönyeli’de Cemal Hoca’nın evinde hem mangal sefası yapmışsınız hem de Sucuoğlu ile seçim taktikleri üzerine çalışmışsınız. İlçe başkanının değerini iyi bilin ondan başka kimsenin kılını kıpırdattığı yok…

Sayın Zeki ZİYA, enerji içecekleri konusunda yakında ticarete başlayacağınızı duyduk…Vatandaşın ihtiyacını iyi değerlendirmişsiniz. Hayırlı işler bol müşteriler ve kazançlar dileriz…

Sayın Serhat AKPINAR, sağlık turizmi işine gireceğinizi memnuniyetle öğrendik. Hele de gazinosu olmayan 5 yıldızlı otel ilgi odağı olacaktır düşüncesindeyiz…Allah yolunuzu açık etsin…

Sayın Mine GÜRSES
, Beşiktaş yenilgisi sonrasında sadece takımınız değil siz de havlu atarak artık ligi takip etmeme kararı almışsınız… Biz sizi pazara kadar değil mezara kadar bilirdik ama yanıldık mı acaba?

Sayın Mustafa CANDEMİR,
ülkede en katile konutu en ucuza satmak için banka müdürleri ile kıyasıya bir pazarlık içinde olduğunuzu duyduk… Gazanız mübarek olsun.

Sayın Süreyya GÜRSES, kurultay sürecindeki uzun bir sessizlik döneminden sonra, yerel ara seçimler için yollara dökülmek için yoğun bir çalışma içine girmişsiniz. İyi yaparsınız çünkü bakan ve vekillerin hiç umurunda değil…


Günün Fıkrası


Dikkat



Tıp fakültesi birinci sınıfta, profesör öğrencileri kadavranın başında toplamış ve “arkadaşlar” demiş “Birinci kural; kadavradan iğrenmeyeceksiniz, mideniz bulanmayacak” der ve hemen kadavranın arkasını çevirir, parmağını kadavranın kıçına sokar ve sonra da ağzına götürüp yalar, tüm öğrenciler de iğrenerek bakarlar ama çare yoktur; hepsi de aynı hareketi tekrarlar. Bütün sınıf aynı işlemi yaptıktan sonra profesör yeniden kadavranın başına geçer ve “Arkadaşlar” der;
“İkinci ve en önemli kural, kesinlikle çok dikkatli olacaksınız, asla en küçük bir ayrıntıyı bile atlamayacaksınız... Mesela az önce ben işaret parmağımı kadavranın kıçına sokup, orta parmağımı ağzıma götürdüm ama hepiniz bunu atladınız...”