İnsana yönelik tavırlar ve politikalarda hak temelli yaklaşımları esas almak, alınması için mücadele etmek hepimize düşen sosyal bir sorumluluktur. Olumluya değişen yaklaşımları da olumsuzda kalan yaklaşımları da konuşmak bu sebeple gereklidir.
 
Ömür Yılmaz ile hakları çiğnenen bireyler ve topluluklarla ilgili akademik çalışma yapmak ve alanda mücadele etmek adına Toplumsal Cinsiyet ve Azınlıklar Enstitüsü’nü kurmuştuk. Enstitü’nün daha kurulma aşamasında karşılaştığımız yürek burkan, acı veren ve bize yaşadığımız sosyal yapı ile ilgili utanç besleten bir gerçeklikle karşılaşmıştık: Göçmen çocukların ilkokulu bitirdikten sonra orta okula devlet eliyle yazılamadığını daha 2011 yılında okula gitmeyi çok isteyen bir çocuğumuzla tesadüfen tanışarak öğrenmiştik.
 
Ardından KTÖS’te yapılan bir toplantıya konuşmacı olarak katıldığımda konuşmaya çoğunluğu öğretmen olan dinleyicilere hangi bakış açısında olduklarını anlayabilecek sorular sorarak başlamayı tercih etmiştim. Demokrasi özlemi içinde yanıp tutuştuğu belli olan bu gruptu. Ancak yine de içlerindeki az sayıdaki istisna haricinde toplumsal dokudaki demokrasi eksikliklerine pek fazla göçmenlerin durumundan bakma eğiliminde değillerdi. “Kıbrıslıların” mağduriyetini konuşmak esas endişeydi.
 
Öğrencilere karşı ayrımcılığın yapıldığı örneklerden bahsetmek büyük bir tepki çekti “öğretmene düşmanlık” yaftası yakıştırıldı gruptan bazılarınca.Pekçoğu öğrencilerin okul hakkının elinden aldığı gerçeğini kabul etmedi. İlkokulun tüzüğünde o dönemde ikamet belgesi istenmediği için çocukları yazdırmakta sorun olmadığı, orta okulda da “arkadan” her çocuğu kaydettirdiklerini söylediler. Konu orta okulla ilgili olduğu için de topu salonda bulunan KTOEÖS başkanı Tahir Gökçebel’e attılar. Gökçebel onun bilgisi dahilinde kayıt olmayan hiçbir çocuk olmadığını, olsa idi sendikanın mutlaka yazdırmak konusunda adım atacağını söyledi. Kendisine bildirdiğim takdirde yazdırabileceğini söyledi. Maalesef ki oradaki konudan rahatsızlık duyacak idealist öğretmenleri ikna edecek bir konuşma olup “tribünlere” oynamaktan öteye bir konuşma değildi. Kendisine sonradan mesaj attım, böyle bir çocuğumuz olduğunu söyledim. Yıl 2012 idi. Maalesef hiçbir cevap alamadım.
 
Okula yazdıramadığım çocukların hayaleti peşimdedir, gözlerindeki hayal kırıklığı da hafızama kazınmış şekilde unutkanlığın sevecen şevkatine izin vermemektedir.
 
Anakaradeğillefkoşa.org sayfasında KTÖS’ün yeni başkanı Semen Saygun’un göçmen ve mülteci çocukların kayıt edilmesine engel olan, çalışma izni arayan genelgeye öğretmenlerin asla katılmayacağı ile ilgili bir açıklamasını gördüm. Uzum zamandır öğretmenler sendikasından göçmen çocuklarla ilgili duyduğumuz tek açıklama “nüfusun dokuyu bozduğu, eğitime yük bindirdiği” yönündeydi. Bu söylemin halen devam ediyor olması ve ötekileştirmeler devam ettiğini maalesef görüyoruz. Ancak yine de okul hakkının elden alınması ile ilgiliaçıklamayı değişimin pozitif bir başlangıcı olarak değerlendirmek istiyorum. Öğretmen Sendikaları alışılagelmiş “çıkar grubu olma” ve “üyesini koruma” görevinin ötesinde olduklarını iddia da etseler, politikaları genellikle çıkar grubu olarak hareket etmek yönündedir. Halbukisendikalar genel olarak eğitimin durumu ile alakadar olmak, devletin eğitim kalitesini düşüren ve hakları ihlal eden yaklaşımlarını eleştirerek doğruya çekmesi gereken oluşumlar olmak zorundadır. Devletin eğitim kalitesini aşağı çekmesini ise hali hazırda adayarısındaolangöçmen grupların haklarını tanımayarak yapamayız.
 
Eğitim Sendikalarının görevi ne sadece öğretmen maaşları ve çalışma saatleri ile sınırlıdır, ne de yollardaki çukurların “doğurması” iddiası ile pasta üstüne mum yakıp üflemektir. Önceki başkanın iddia ettiği gibi öğretmenlerin çocukların evde karşılaştığı istismarı tanıyacak şekilde hizmeti içi eğitim almaları “okuldan okula” bırakılacak keyfi bir tutum da değildir. Öğretmen sendikalarının sorumluluğu çocukların haklarını gözetecek bir eğitim sistemi yaratmak konusunda sistemi olumlu yönde değiştirecek, öğretmenleri sadece alansal uzmanlığa değil çağın gerektirdiği sosyal sorunlarla başa çıkabilecek donanımda yetiştirmek için gereken baskıyı koymaktır. Yani üç ay yaz tatilinde bir ay Şubat tatilinde senin 4 ayı “çocuk gibi sevinçliyiz tatil geldi” zihniyetinin ötesinde, tatil sürelerini eğitmen eğitiminin devamı olarak kurgulamak ve öğretmenin üretimden kopmamasını sağlamak “toplumsal varolmanın” temelinde olmalıdır. Yoksa hangi meslek grubu 4 ay yatarsa, o ülkede toplum varolmaz. Önce hedonizmin yani zevk ve sefahat için yaşamanın keyfini sürer sonra da gerektiği kadar üretmediği için yok olur.
 
Öğretmenlerin ve mili eğitimde çalışan uzmanların “ben tüzüğün dediğini yaparım” tavrının ötesinde eğitim hakkının çocukların elinden alınmasının anayasal bir suç olduğunu bilmeye, buna karşı inisiyatif alabilmeye yetkin kişiler olması gerekmektedir. Şu an ortaokullarda bu yetkinlik gösterilmemektedir. Şahsen ben en az 3 çocuğu kayıt etmeyen ve geri çeviren öğretmenler ve uzmanlarla muhatap oldum. Öğretmenlerin Rum düşmanlığı salan posterleri okullara asmama yetkinliği göstermesi gibi, çocukları okullara kayıt etmeden geri göndermeyecek direnişi de sergilemesi gerekmektedir. “Ötekileştirmemeyi” öğretmek için içiçe yaşadıklarımızı dışlamaya direnmek zorundayız ki çocuklarımız her dil ve renkten insanı kucaklamayı öğrenebilsin.
 
Bazı okullarda göçmen çocukların sayısının “yerli Kıbrıslılardan” fazla olması “kalenin düşmesi” olarak televizyonlarda  ifade edilmemeli, nüfus politikalarının, ülkeye giriş yöntemlerinin yanlışlığı çocuklar üzerinden yapılmamalıdır. Bu bağlamda gidilecek yol daha bitmemiştir elbette ama çocukların okuma hakkı ile ilgili ilkokul öğretmenler sendikasının inkardan çıkıp bunu gerçek bir sorun olarak değerlendirmesi önemli bir başlangıçtır.
 
Orta okula gitmek yerine gününü çocuk işçilikte yada internet kafelerde geçiren, son on yıldır Kıbrıs’ta olan ve orda yaşamaya devam edecek olan çocukların orta okula yazılamaması ile ilgili herhangi bir endişe belirtmeyen KTOEÖS’in ise sessizliği hala hak temelli yaklaşımlar benimsemek konusundaki eksikliklerimizi gün yüzüne çıkarmaktadır. Ve sanırım daha önceki bir yazımda söz ettiğim CTP zihniyetinin hem ırkçılık karşıtı görünen hem ırkçılığı besleyen reflekslerinin de örneğidir.
 
Çocuklar bireydir. Halkları vardır. Bu hakların en temel olanları okula gidebilmek ve güvenli bir ortamda yaşayabilmektir. Bu hakları elde edebilmelerini sağlayacak olanlar da en başta çocuklara hizmet etmeye yemin vermiş öğretmenleridir.Örgütlü olanların temel gailesi çocukların hak ve özgürlükleri olursa ancak hayal ettiğimiz özgür toplumlara ulaşacak şansımız olacaktır.