Ülke tiyatrosuna çok şeyler katan ve emeğini acımadan halen en kaliteli ve düzgün şekilde çalışmalarını sürdüren Derman Atik, tüm ömrünü genelde sanata, özelde ise tiyatroya ayırmış birisi. 1962 Limasol doğumlu Derman Atik, gençlik yıllarından itibaren hayatına yön veren sanatın kendisini getirdiği noktayı özetlerken, tiyatro adına neler yaptığını da detayları ile açıkladı.

“GÜSAD’ı kuraduk ve güzel çalışmalar yapmaya başladık”
Sanat yaşamım, yani tiyatro serüvenim, lise yıllarımdaki müsamere dönemlerinde başlamıştı. Daha sonra Yeşilyurt Öncü Spor Kulübü çatısı altında Zafer İzgün’ün birkaç kısa oyununa kolaj çalışması yaptık. Devamında Yeşilyurt’ta, Lefke’de, Güzelyurt’ta turne çalışmalarına başladık. Böyle olduğu zaman da seyirci ile buluşmanın keyifli bir olay olduğunu algılanıştık. Tabi bütün bu süreçler içerisinde de tiyatro ile ilgili elde edebildiğim tüm oyun ve kitap anlamında ne varsa neredeyse su dere ezberlemiştim.
Özellikle o dönemlerde Özdemir Nutku’nun ve Metin And’ın kitapları belleğimde çok yer etmişti. 1983 yılında 3-4 arkadaş ile birlikte Güzelyurt’da bir kültür derneği kurma kararı verdik ve bunun tüzük çalışmalarını yapmaya başlamıştık. O dönemde ülkede ödenekli tiyatro olarak yeni kurulmuş Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları ve daha sonra kurulan Lefkoşa Belediye Tiyatrosu vardı. Amatör tiyatro olarak da Maraş Emek Tiyatrosu vardı. Biz 3-4 arkadaş olarak tiyatro, halk dansları ve müziği içeren ve ülke kültürüne önemli ivmeler kazandırdığına inandığımız Güzelyurt Sanat Derneği’ni (GÜSAD) kurduk. Bu derneği kurduktan sonra derneğimizde bir ekip oluşmaya başladı. Sevgili Ali Volkan’ın önderliğinde Baf kasabasından gelen tiyatro aşkının devam etmesi ve bunların bizi dürtülemesi, belki bilimsel anlamda değil ama tiyatro disiplini anlamında bizim yaşamımızda çok önemli yer tuttu. Uzun yıllar GÜSAD’da birçok oyunda oynadık, yönetmenlik ve yardımcı yönetmenlik yaptık. Bu süreçten sonra eşim ile de tanıştım, evlendim ve Girne’ye geldim.




Deliceırmak’ın ziyareti sonrası tiyatro alanında ciddi çalışmalara başladım”
Girne’de gerek 1974 öncesinde, gerekse de sonrasında yerleşik bir tiyatro olmadı. Buradaki sürecin nasıl geliştiğine gelince; bir tiyatro kurmak istediğimi yazılı bir şekilde doküman halinde Girne Belediyesi’nin o dönemki Başkanı Erdinç Gürçağ’a gönderdim. Tabi bu süreçte ben yine boş durmadım ve Ozanköy Spor Kulübü çatısı altında bir tüzük çalışması yapıp Ozanköy Kültür Derneği’ni kurmaya yöneldim. 33 yıllık dostum olan şimdiki Girne Belediye Başkanı, o dönem Girne Belediye Müdürü olan sevgili Nidai Güngördü idi. Onun ile görüştüm ve görüşmelerim sırasında bana bu isteğim gerçekleşmez ise ne yapacağımı sordu, ben de başka yerde tiyatro yapmaya devam edeceğimi söyledim. Aradan biraz zaman geçtikten sonra Mart ayının ortalarında Girne’deki işyerimde o zamanlar adını çok duyduğum fakat hiç görmediğim Girne Belediyesi Kültür İşleri Memuru Cumhur Deliceırmak beni ziyarete gelmişti. Onunla görüşmelerim sonucu onlara bir tiyatro semineri vermemi istediğini söyledi ve başkanın tiyatro kurmayı düşündüğünü bildirdi. Ben de bu gelen bilgi doğrultusunda GÜSAD’da hem hocalığımı hem de abiliğimi yapan ve kadim dostum, o dönem Türkiye istedim. 1 haftada kısa oyun hazırlayıp oynayıp böylece bir tiyatro kurabilecektik. Bunun için bir kampanya başlattık ve bütün Girne’nin içinde altı imzasız şekilde “Herkes sanatçı biliyor musunuz?”, “Demokrat insan sanatçıdır”, “Girne’de bir tiyatronuz olsun ister misiniz?” gibi karikatürize edilmiş bildiri ve afişler hazırladık. Bu kampanya ile birlikte katılmak isteyenler bizi aramaya başlamıştı. Yaklaşık 70 kişi müracaat etmişti ve birçok kişi profesyonel olarak başvurmuştu, tabii bunların birçoğu uydurma şeylerdi ki kendisini önemli vasıfları olan kişi gibi göstermek için yapılmış şeylerdi.

“GİBETSU’yu ilan etmiş, sahnelemelere başlamıştık”
Tamer Hoca ve başvuran kişiler ile Girne Anafartalar Lisesi’nde buluşmuştuk ve çalışmalarımıza başlamıştık. Bir haftanın sonunda da William Shakespeare’in sözü olan “Bütün Dünya Oyun Sahnesi, Bütün İnsanlar da Oyuncu” konu başlığı çerçevesinde disipline edilmiş bir doğaçlamayı sahnelemiştik. Dome Hotel’de düzenlediğimiz bir resepsiyon ile Girne Belediyesi Tiyatro Stüdyosu’nu yani GİBETSU’nun kuruluşunu ilan etmiştik. Tabi bunu yaparken bölgede Uluslararası Girne Amerikan Üniversitesi ve şimdi var olan Girne Amerikan Üniversitesi vardı. Tamer Hoca ile bu okullara da gidip tiyatro ile ilgili söyleşilerde bulunmuştuk. İlk sahnemizin ardından 1999-2000-2001 yılları arasında Erhan Bener’in Bürokratlar adlı oyununu Girne Kalesi’nde 3 bin kişiye oynamıştık. Daha sonra sokakta trafik canavarlarına karşı bir sokak tiyatrosu gerçekleştirmiştik, ardından Mehmet Baydur’un “Düdüklüde Kıymalı Bamya” adlı oyununu, Tuncer Cücenoğlu’nun “Çıkmaz Sokak”ını ve süreç içerisinde Eguene Ionesco’nun “Kral Ölüyor” adlı oyununu ve bunu gibi birçok oyunu da sahnelemiştik. 2010 yılına kadar devam eden GİBETSU sürecimizde en son oynadığımız oyun ise Dusan Kovacevic’in “Profesyonel” adlı oyunu olmuştu.



“Siyasi nedenlerle Girne Belediyesi’nden çıkarıldık”
Daha sonra siyasi bir takım nedenlerden dolayı Girne Belediyesi’nden uzaklaştırıldık. Bunu daha açık ortaya koymam gerekirse; 33 yıllık dostum olan Sevgili Nidai Güngördü 2010 yılında Girne Belediye başkanlığına adaylığını koymuştu fakat kaybetmişti. Ben de çok doğal olarak 33 yıllık dostumu desteklemiştim. Kaybettiği zaman kazanan başkan Sayın Sümer Aygın benim ile çalışmak istemediğini söylemişti. Belediyeden ayrılmış olmam yine bana engel olmamıştı. Çünkü kapıdan atsalar pencereden girerdim ve tiyatro yapmak istesem her yerde yapabilirdim düşüncesi ile ilerliyordum.
Girne Belediyesi’nden dışlandıktan sonra 35 kişilik bir ekip ile Çatalköy’e gelmiştik. Çatalköy Belediye Başkanı Sevgili Mehmet Hulusioğlu ile görüşmelerimiz sonucu Tiyatro ve Kültür Merkezi kurmak istediğini öğrenmiştik. 2010 yılının Kasım ayında Çatalköy Belediye Tiyatro’SU’ ismi ile kurulduk ve her türlü desteği görmeye başladık.

“Çatalköy’e bırakın sanatı, şarkıcı dahi girmemişti”
40 yıl boyunca Çatalköy’e bırakın sanatı, şarkıcı dahi girmemişti. Biz burada tiyatromuzu kurduktan sonra mekânımız olmadığı için OliveTree’in üst tarafında daha önce kumarhane olarak kullanılan ve atılı durumda olan bir çadıra müracaat ettik ve orada çalışmaya başladık. Bunu üzerine çalışmalarımız sonucu orada oyun sahnelemiştik. Yine ayni yıl ve yine o çadırın içerisinde kültür sanat günlerinin birincisini başlatmıştık. Örneğin konserler düzenledik, ülkemiz şairlerini getirdik ve bunun gibi birçok etkinlikler yaptık. Ardından Çatalköy’de oyunlarımızı sahnelemeye başladık. Hristo Boytchev’in ‘Alabay’ın Karısı’ oyununu, Şahin Örgel’in ‘Carlos’ adlı oyununu sahneledik. Bunun yanında 30 yıl önce yazmış olduğum ‘Eyva Be Süleyman’ isimli yerel skecimizi sokak tiyatrosu şeklinde izleyicilere sunmuştuk. Daha sonra Padişah-ı Hal-i Osman adlı oyunumuzu sahneledik.

“Güngördü seçilince GİBETSU’yu yeniden kurduk”
Bundan sonraki süreç içerisinde yerel seçimler yapıldı ve 33 yıllık kadim dostum olan Nidai Güngördü belediye başkanı olarak seçildi ve ardından yeniden Girne’de GİBETSU’yu kurduk ve Cenk Gürçağ’ın yönettiği ‘Üçleme’ adlı bir oyunla ilk sahnemizi gerçekleştirdik. O sıralarda da Çatalköy’de de eşim ilkşen Varoğlu Atik, Muzaffer İzgü’nün ‘Lütfen Kızımla Evlenir Misin?’ adlı oyunu sahnelemişti.
Ardından Cenk Gürçağ, Cumhurbaşkanlığı’na Özel Kalem Müdürü olarak atanmıştı ve önemli bir elemanımızı da kaybetmiştik. Kaybetmekten kastımız iş yoğunluğundan kaynaklanmaktaydı. Biz de çitayı biraz daha yükselterek hem GİBETSU’yu, hem de Çatalköy Belediye Tiyatro’Su’nu birlikte harmanlayacakları bir projeye girmiştik. Savaş Aykılıç’ın Türkiye konjonktüründe farklı bir yorum getiren komedi oyununu sahnelemeye çalışıyoruz. Bu oyunun yönetmenliğini de Türkiye Devlet Tiyatro ve Sanat İletişim Danışmanı Tahsin Murat Demirbaş yapmaktadır.

“Benim için sanat felsefedir, yani dünyaya, hayata bakıştır”
Ülkemizdeki sanata benim gözümden bakacak olursak, ben sanatın ilham gelince yapıldığına inanmıyorum. Sanat yapabilmek için, insanın sanatın ne olduğunu bilmesi gerekmektedir. Benim için sanat felsefedir, yani dünyaya, hayata bakıştır. Sanatı yapan insanın sanatla ilgili donanımının olması gerekmektedir, bir yandan da siyaset ile ilgili de donanımının olması ve bir dünya görüşünün olması gerekmektedir. Herkes yaptığı işi en iyi şekilde yaparsa ve kusursuzu bulmaya çalışır ise sanat felsefesinin yolunu da bulmuş olacaktır. Sonuç itibari ile yapılan işi eğer estetik felsefe ile de bütünleştirir ise o zaman çıkan ürün bir sanat değeri taşımış olur. Tabi dönem dönem bu bakış açısından dolayı ‘herkes sanatçı mı’ diyen sanatçı dostlarımız da bulunmaktadır.
Meseleye böyle baktığımız zaman yaptığı işin ne olduğunu ifade edemeyen insanlar var ve örneğin müzisyense, tiyatrocuysa, resim ile uğraşıyorsa sanatçıyım demeye başlamaktadırlar. Bu işin sonunda da bu işi yapanlar işsiz güçsüz insanlarmış gibi bir algı oluşmuştur. Bunu kırabilmek için kendi mesleğini tanımlamak yerine ben sanatçıyım deyip sanki de ‘SANAT’ sözcüğünün arkasına saklanmaya başlamışlardır. Konservatuara gidip eğitimini almış insanlar da okulunu bitirdikleri zaman sanatçı olacaklarını sanmaktadırlar, onlarda da böyle bir algı oluşmuştur. Konservatuardan çıkmış olsalar bile mesleğini gerçekten tanımlayamayan insan sayısı oldukça fazladır.

“Kıbrıs meselesi tiyatroyu da etkilemiştir”
KKTC’de devletimizi yöneten hükümetin sanat ile ilgili elle tutulur ciddi politikaları hiçbir zaman olmadı. İşler hep günü birlik götürüldü. Aslında devletimizi yöneten iktidarlardan hiç birisinin ciddi politikaları olmadı. Bir Kıbrıs meselesi tutturuldu bunun dışında da ülkede başka bir sorun yokmuş gibi davranıldı. Genellikle amaç, günü kurtarmak ve siyasi kaygılarını telafi etmeye çalışmaktır.
Bu Kıbrıs meselesi birçoğumuzu fazlasıyla etkilemiştir ve özellikle yerel tiyatronun yapılan çalışmalarda ya da sahnelemelerinde ön planda tutulması düşüncesi çok hat safhaya çıkmıştır. Yani benim ninemin ve dedemin o dönemler konuştuğu Kıbrıs Türkçesini bugüne taşımak bana göre folklorik değer taşısa bile, tiyatro anlamında bir değer taşınmamaktadır. Bizim ülkemizdeki amatör tiyatrocu arkadaşlarımız genel anlamda yerel konuşmayı kullanarak tiyatro yapmaya çalışıyorlar ve bunun doğru tiyatro olduğunu ifade etmektedirler. Öte taraftan da sanki bunu kullanarak karşı bir duruş sergilemektedirler. Kendilerini böyle ifade edebildikleri yanında bir yandan da bu Türkçe’yi de bozarak, belden aşağı espriler ile insanları dil komiği üzerinden güldürmeye çalışıyorlar ve bunun da doğru tiyatro olduğunu savunuyorlar. Bu benim bakış açıma göre yanlıştır. Düzgün Türkçe kullanan bir grubun içerisinde bir renk olabilir. Türkiye’de herhangi bir yerde bir oyunu seyrederken düzgün, anlayabileceğimiz bir Türkçe kullanılır. Ama örneğin adam Karadeniz’den gelmiş ise kendi yerel konuşmasını oyunun içerisinde bir parçasında kullanmaktadır. Bu çok normal, doğal ve olması gereken bir şeydir. Ama bizde bu doğru olarak kabul edilmemektedir.

“Tiyatro alanındaki Don Kişot sayısı oldukça az”
Bu ülkemizde düzgün tiyatro yapmaya çalışan insan sayısı çok fazla değil diye düşünmekteyim. Elbette ki ben Kıbrıslıyım, elbette ki Türküm ve yaptığım iş benim ülkemi yansıtmalıdır diye düşünüyorum. Ancak sadece yerel boyutta kalırsam, evrenselliği nerede yakalayacağım diye kendi kafamda soru işaretleri bulunmaktadır. Bu ülkedeki Don Kişot sayısı (ki bu insanların Don Kişot olduğuna inanıyorum) sayıları oldukça az. Örneğin Yaşar Ersoy ve onun kurduğu yürüttüğü birlikte çalıştığı belli insanlar, ayrıca İzel Seylani’yi ayni çerçevede görmekteyim. Ben de kendimi Don Kişot’lardan biri olarak görüyorum, Yani tiyatroya ve dünyaya bakışımızda benzerlikler bulunmaktadır ve işin kolayına kaçmadan iş yapamaya çalışıyoruz. Bütün zorlukları yaşayarak ortaya bir sanat koymaya çalışıyoruz. Ülke geneline bakacak olursak çok da iyi ilişkiler içerisinde olduğumuza inanmıyorum, bütün tiyatrocu arkadaşlar birbirlerimizi tanıyoruz, saygı duyuyoruz ama sanıyorum ki arka taraflarda işler hiç de böyle değildir. Yani sahnenin arkasında böyle değil. Bunun küçük toplum oluşumuzla ilgisi bulunmaktadır. Toplumsal yapının değer yargısızlığı, sanatçı arkadaşlarımız için de geçerli diye düşünmekteyim. Yani siyasetçi, toplumun yansımasıdır, hep siyasetçiye kızıyoruz ama aslında suçlu olan biz halkız. Sanatçı halktan önde olmalıdır diyoruz ama o da toplumun bir parçasıdır ve değer yargısızlıkları ve ayni sıkıntıları onlar da yaşamaktadırlar.

“Uluslar arası tiyatro festivallerine katılmaya çalışıyoruz”
Çıkarmış olduğumuz her oyunu GİBETSU veya Çatalköy Belediye Tiyatrosu olarak ülkenin sahnesi bulunan her yerine götürmeye çalışıyoruz. Bunun dışında Türkiye çerçevesinde uluslar arası tiyatro festivallerine katılmaya çalışıyoruz. Çünkü yaptığımız tiyatronun Türkiye dışına taşınabilmesi çok kolay bir şey değildir. Örneğin İngiltere’de Kıbrıslı Türklerin bulunmasından dolayı gidip orada oyun sergileme derdinde değiliz. Çünkü tiyatro bizim için hiçbir zaman para kazanma aracı olmamıştır. Kaldı ki İngiltere’de yaşayan arkadaşlarımızın da bizim ülkemizdeki tiyatronun ne aşamada olduğunu çok da doğru bildiklerine inanmıyorum. Çünkü oralara giden tiyatroların genellikle belden aşağı güldüren oyunlar olmasındandır. Bu yüzden bizim yaptığımız tiyatronun oralarda değer bulması çok da kolay değildir.

“Tiyatro sanatçısı olmak büyük fedakarlık gerektirir”
Benim misyonum bu ülkede tiyatroyu götürebildiğim kadar insana götürmektir. Ne kadar çok insanın tiyatro ile ilişkisi varsa kurumsal düzeyin o kadar yukarıya çıkacağına inananlardanım. Bu da çok kolay bir kavga değildir ve bu kavga 1980’li yıllardan beri devam eden bir kavgadır. Bizler toprağa bir tohum ektik. Bu tohumun etrafta bulunan bütün deve dikenlerine rağmen, yani kötü anlayışlara rağmen, yeşerdiğine, hatta büyümeye başladığına ve meyve vermeye başladığına inanıyorum. Ama bu çok kolay bir kavga değildir ve bunun uğruna çok şeyler feda etmek gerekmektedir. Özellikle ailenizden feda etmeniz gerekmektedir, aile fertleriniz ile aranızdaki ilişki eğer sağlam ve güçlü değil ise çok zor pozisyonlara girebilirsiniz ki, ben kendi ailem ile bu sağlam ilişkiyi kurduğuma inanıyorum. Seyirci elbette ki bunun sahnede olan kısmını görmektedir. Örneğin yeni arkadaşlar buraya geliyorlar bazen çocuklarını da yanlarında getiriyorlar, kimisi 18.00’de işinden çıkıyor, yemeğini yiyip 20.00’da buraya geliyor. Buraya geldiklerinden sonraki zaman dilimi sadece provaya aittir. Bu bazen gece saat 02.00’lere kadar da uzamaktadır. Bu insanlar çok büyük özveri göstermektedir. Kimisi Lefkoşa’dan kimisi Girne’den gelmektedir. Biz bir takım olmaya çalışıyoruz ve yüzde 80 oranında bu takım olma işini becerdiğimize inanıyorum. Özelikle 1999 yılında kurmuş olduğumuz ilk takım arkadaşlarımız ile başlatmış olduğumuz bu iş bugün buralara kadar getirmeuyi başardık ve temeli sağlam bu arkadaşlarımızın emeği de çoktur. Ben hepsine de yürekten teşekkür ederim.

“Kültür merkezi için projemizi hazırlamıştık”
Çatalköy’deki kültür merkezimizin yapılma aşamasına bakacak olursak Çatalköy Belediyesi’ndeki mimar arkadaşlar ile nasıl bir kültür merkezi yapabiliriz sonucunda bir proje hazırladık. Bu proje yapılırken yapılan tartışmalardan bahsetmiyorum bile. Çünkü tiyatro salonu yapmak başka bir şeydir. Yani bunun sıkıntısını Girne Belediyesi’nde yaşamıştık. Şu anda var olan ve tam bir tiyatro salonu gibi olmayan salonda tiyatro yapmanın ne demek olduğunu ancak bir tiyatro aşığı anlayabilir. İşte tam da bu noktada Girne’de kötü bir yapı varken ve söylediklerimiz dinlenmezken, burada söylediğimiz her şeyin doğru anlayabilen ve bize yol veren bir başkan ile buluştuk. Projeyi çizip hazırladıktan sonra buna uygun bir kaynak aramaya başladık. 2011 yılı içerisinde o dönemin Turizm Bakanı’na gittik. Ama sonucunda bütün bunlar devlet tarafından sağlanamadı.

“Mehmet Hulusioğlu beni Erol beyle tanıştırdı”
Çatalköy Belediye Başkanı Mehmet Hulusioğlu bir gece beni Erol Avgören adında bir bey ile tanıştırdı ve bize Çatalköy Kültür Salonu için adım atacağını söyledi. Ertesi gün şu andaki kültür salonumuzun olduğu yere gelmiştik. Burasının eski hali güvercinlerin yaşadığı, farelerin cirit attığı virane bir yerdi. Burayı beğenmediler ve başka bir arazi göstermemizi istediler. Fakat oraya hazırlanan projenin sofitası yoktu ve benim için yetersiz bir projeydi. Oradaki genç bir mimar arkadaşımız da bana her şeyi dört dörtlük istediğimi söyledi. Fakat onlar burayı bitirdikten sonra gidecekti. Sonrasında gelen her sanatçı arkadaşın nasıl salon yaptınız diye bana isyan edeceğini söyledim. O zamanlar onların istedikleri bölgeye harcanacak bedel için 4-5 milyon TL’den bahsediliyordu. Bir de bizim gösterdiğimiz yere harcanacak masrafı hesapladığımızda ise 1 milyon TL tutmuştu. Bunun sonucunda gösterdiğimiz ve projesini hazırladığımız yer onaylandı ve eski sinema şimdi Çatalköy Belediyesi Kültür Merkezi oldu.

“Erol Avgören beni arayarak binayı bitireceğini söyledi”
İnşaat ilerledikçe bahsettiğim beyefendi haftada veya 15’te bir gelerek gidişatı kontrol etmekteydi, ben de hep buradaydım. Gün geçtikçe bu beyefendi ile aramızda güzel bir ilişki oluşmuştu. Çünkü adam her geldiğinde tiyatrocu adamı inşaatın içinde buluyordu. İnşaatın karkası yapılıp bırakılacaktı ve belediyenin de yeterli parası da yoktu. Ben de başkana bu beyefendiye benim için ‘herkes Allah’a dua ediyor, Derman Hoca da yatıp kalkıp sana dua ediyor’ demesini istedim. Başkan ile beyefendinin konuşmasından sonra gece saat 2’de telefonun çaldı ve açtım. Bana rahat rahat uyuyabileceğimi ve kültür merkezinin kapısını kilidini takıp bana teslim edeceğini söyleyip kapatmıştı. Ben şu anda bile bunu düşündüğümde duygulanıyorum, çünkü aramızdaki dostluk çok özel, çok güzel bir ilişkiydi. Bunu sözcüklerle çok kolay ifade edemeyiz. Sonuç itibari ile kültür merkezimiz bitirilip ilk oyunumuzu da Padişah-ı Hal-i Osman’ı burada oynadığımızda Erol Abi buraya geldi ve oyuncu arkadaşları tebrik etti. Bu benim için çok özel bir duyguydu
 
Editör: TE Bilisim