Türkiye ile AB arasında varılan ve henüz uygulamaya girmeyen vize uzlaşısı çerçevesinde bugün basına yansıyan Türkiye Bakanlar Kurulu kararını nasıl değerlendirmek lazım? İlk değerlendirmem şu şekilde:

Türkiye vatandaşları Schengen bölgesinde olan ülkelere vizesiz giriş yapma hakkını fiilen elde ettiği anda, bu karara göre TÜM AB üyesi ülke vatandaşları da Türkiye’ye vizesiz girebilecek. Yani sadece Schengen bölgesinde olan AB üyesi ülke vatandaşları olsa, örneğin Kıbrıslı Rumlar vizesiz giremeyeceklerdi, oysa bu karar TÜM AB üyesi ülkeleri kapsayacak şekilde yapıldığından Kıbrıslı Rumlar da vizesiz Türkiye’ye girebilecekler. Öte yandan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları (Rum tarafı Schengen içerisinde olmadığından) şimdilik güney Kıbrıs’a vizesiz girme hakkına sahip olmayacak. TC vatandaşları örneğin Birleşik Krallık ve İrlanda’ya da vizesiz giremeyecek, çünkü o ülkeler de Schengen’e dahil değiller. Peki Türkiye’nin bu kararı pratik, hukuki, politik ve ve psikolojik olarak ve müzakereler açısından ne anlama geliyor?

PRATİK OLARAK: Yakın zamana kadar GKRY vatandaşları Türkiye’ye internet üzerinden aldıkları vize ile girebiliyorlardı ve vize için bir miktar para ödüyorlardı. Hatta internetten başvuru yapacaklarında “Kıbrıs Cumhuriyeti” seçeneği değil güney Kıbrıs seçeneği olduğu için şikayetçiydiler. Rum tarafı bunu AB nezdinde gündeme getiriyor ve siyaseten Kıbrıs Rum partileri de epeyce istismar ediyordu. Bu yeni uygulamaya göre artık güney Kıbrıs pasaportu taşıyanlar Türkiye’ye girmezden önce vize almak ve vize ücreti ödemek zorunda olmayacak. Zaten Türkiye’ye girebilecek olan bireylerin bu kararla “kolaylaştırılmış” şekilde girişleri mümkün hale gelmiş oluyor. Özetle zaten gidebiliyorlardı, şimdi daha kolay gidebilecekler. Bu, Kıbrıs’ta güney ile kuzey arasındaki geçişlerde özellikle bazı Kıbrıslı Rumlar açısından psikolojik bir engel olarak görülen “vize kağıdı” uygulamasından vazgeçilmesiyle benzer şekilde bir kolaylaştırmaya benzetilebilir. Psikolojik bir engel kaldırılmış olacak.

HUKUKİ OLARAK: Uluslararası hukukta tanımadığınız bir devletin resmi evraklarını (devletin verdiği belgeleri) geçerli kabul etmeniz, otomatik olarak o devleti tanıdığınız anlamına gelmiyor. Burada aslolan “tanıma iradesinin varlığı”dır. Tanımadığınızı söyleyip, tanıma yönünde irade ortaya koymadığınız sürece resmi belgeleri geçerli kabul etmek tanıma anlamına gelmiyor. Örneğin KKTC pasaportu ile bugün ABD’ye ya da Birleşik Krallığa (İngiltereye) girmek mümkündür. Vize bir başka kağıt üzerine verilir ve mühür de genelde o kağıda vurulur. Ama KKTC pasaportu bir seyahat belgesi olarak ya da kimliği belirleyecek bir belge olarak ABD ve İngiltere tarafından kabul edilir. Bu ABD’nin ya da İngiltere’nin KKTC’yi tanıması anlamına gelmiyor çünkü her vesileyle bizim devletimizi tanımadıklarını, yani “tanımama yönündeki iradelerini” tekrarlıyorlar. Benzer şekilde güneye geçişlerimizde KKTC kimliğini kullanıyoruz ve Kıbrıs Rum polisi bu kartları (devletin verdiği resmi evrakları) kimliğimizi gösteren ve seyahatımıza imkan veren belgeler olarak kabul ediyor. Ancak bu KKTC’nin Rum tarafınca tanındığı anlamına gelmiyor. Bu uygulamalar uluslararası hukukta “varlığını kabul-acknowledgement” olarak değerlendiriliyor. Şimdi GKRY pasaportları ile zaten bugüne değin Türkiye’ye girebilen  bireyler bugünden sonra yine aynı belgelerle ve daha kolay şekilde bu hakkı kullanabilecekler. Ancak Türkiye’nin resmi “tanımama” politikası ve “tanımama iradesi” açıkca devam ettirildiği sürece Türkiye Kıbrıs Cumhuriyetini tanımış olmayacak. Bu durum bahse konu pasaportlara zaman zaman gümrük otoritelerince mühür vurulması durumunda değişmeyecek zira KKTC pasaportuna da zaman zaman mühür vurulduğu örnekler olmasına rağmen bu durum KKTC’nin tanınması sonucunu doğurmamıştır.

POLİTİK OLARAK: Çok basit bir değerlendirme yapacak olursak: Türkiye Cumhuriyeti, kendi vatandaşları için elde edeceği bir hak yahut ayrıcalık karşılığında (ki bu güney Kıbrıs’a gidişi içermeyecek) Kıbrıs ile ilgili bir konuda bir esneklik gösterebileceği mesajını veriyor. Ya da bu mesajı vermiyorsa da, sonuç tam da bu oluyor. Bu noktadan hareketle, bu örnekte olduğu gibi, gelecekte bir başka örnekte de (örneğin limanlar yahut başka) Türkiye Cumhuriyeti devleti yahut vatandaşları için elde edilecek birtakım hak-menfat-kolaylık ya da ayrıcalıklar karşılığında Türkiye’nin Kıbrıs’ta, Kıbrıslı Türklerin dışarıda bırakılacağı ya da benzer unsurları elde edemeyeceği birtakım uzlaşılara açık olabileceğini gösteriyor.  Bu durum Kıbrıslı Türkler açısından rahatsız edicidir. Örneğin güneyden pasaport alamayan KKTC vatandaşları bu uzlaşıya göre güneye gitmeleri mümkün kılınamamıştır (oysa geçmişte bu konunun üzerine gidilmesi durumunda bunun bir artıya dönüştürülebileceğini dile getirdiğimi anımsıyorum). Yani Kıbrıslı Türklerin elde edeceği herhangi bir şey olmayacak birtakım başka uzlaşılar da Türkiye ile güney Kıbrıs arasında ortaya çıkabilir demektir. Özetle Kıbrıslı Türklerin dahil olmayacağı, devre dışı kalacağı birtakım düzenlemeler bir risk olarak karşımızda duruyor demektir. Bu olasılığın, özellikle bir süre önce Kıbrıs Türk tarafının haberi olmaksızın Türkiye yetkilileri ile güney Kıbrıs yetkililerinin görüşmüş olmaları olgusuyla birlikte değerlendirildiğinde kaygu verici olduğunu söylemek gerekir.

MÜZAKERELER AÇISINDAN: Vizenin kalkması, Kıbrıs Rum tarafının algısı ve genel olarak uluslararası toplumun algısı açısından bir “normalleşme”dir. AB tarafından alınan pek çok kararda “Kıbrıs Cumhuriyeti ile Türkiye arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi” çağrısı yapılmaktaydı. Hal böyle olunca kendinizi müzakerelerdeki taraflardan birisinin yani Kıbrıs Rum tarafının yerine koymanızda yarar var. Yani adanın tek tanınmış yasal hükümeti olmanızın yanında, AB’nin tam üyesi olmanız ve doğal gazı da tek başınıza çıkarabilecek olmanıza şimdi bir de “çözüm olmadan da Türkiye ile ilişkilerin normalleştirilmesi”ni ekliyorsunuz. Özetle, Kıbrıs’ta çözüm olmadan da hayatınızı (Kıbrıs Rum tarafı açısından söylüyorum) devam ettirebiliyorsunuz. Özetle mevcut durum Kıbrıs Rum liderliği açısından bana öyle geliyor ki daha bir kabuledilebilir olmaya başlıyor. Yani statüko kabuledilmez olmaktan adım adım çıkıyor. Bu da çözümü daha bir zorlaştırıyor (tabi bence).

İşte tam da bu noktada Kıbrıs Türk tarafına ve özellikle de liderliğine birtakım görevler düştüğüne inanıyorum. Türkiye yetkililerine bunun basit bir vize kolaylığı sağlamaktan ibaret olmadığını, bunun politik olarak bazı ilkelerin erozyonunu da beraberinde getireceğini anlatmak gerekir. Bunu yapmazsak, müzakerelerde masanın öbür tarafnda çözüm arayan bir taraf yerine durumu idare eden ve her geçen gün pozisyonunu güçlendirdiğini düşünen bir muhatap bulacağımızı anlatmak gerekir. Bunlardan hiçbirini yapmazsak kısa süre önce yaşadığımız “devredışı kalma” endişesini yeniden yaşayacağımız hatta bu kez daha derinden yaşayabileceğimiz açıktır.

Editör: TE Bilisim