Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu, seçildiği Nisan 2010’da elde edilmiş yakınlaşmalara bağlı olduğunu söyleyerek, uzlaşı ve çözüm için çalıştığını kanıtladığına işaret ederek, “Bizim vizyonuz barış, işbirliği ve uzlaşı vizyonudur ve gelecek nesillere sorunlarını çözmüş bir Kıbrıs bırakmak borcumuzdur” dedi.

Eroğlu, Kıbrıs’ta, daha büyük bir ekonomi ve iş piyasası potansiyelinden yararlanma imkanı sağlayıp, her iki tarafta yaygın olan göçü azaltacak kapsamlı bir çözümün daha fazla ertelenmemesi gerektiğini söyledi. Tarafların, olası başarısızlık halinde çözümün önünü açacak hidrokarbon, su ve enerji gibi konularda işbirliği yapılarak vatandaşlarının hayatlarını iyileştirme sorumluluğu bulunduğunu belirten Eroğlu, “Uzun bir süredir, bir ortaklık ruhu içerisinde, bu tür işbirliğini öneriyoruz. Rum tarafının kendilerine uzatmakta olduğumuz zeytin dalını alacağını umut etmeye devam ediyoruz” şeklinde konuştu.

Rum liderin masayı terk etmesin gerçek nedeninin müzakerelerde al-ver aşamasına gelinmesi olduğunu kaydederek, Kıbrıs Rum halkına liderlerine ön koşulsuz masaya dönmeye teşvik etmeleri çağrısında bulundu.

Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu, Güney Kıbrıs’ta yayınlanan Politis gazetesinin sorularını yanıtladı. Cumhurbaşkanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre, Eroğlu’na yöneltilen sorular ve verdiği yanıtlar şöyle:

“Soru: Yeniden seçildiğiniz takdirde, müzakerelerdeki çıkmazı aşmak için farklı olarak ne yapmayı planlıyorsunuz? Mevcut durumla ilgili sorumluluk payınız nedir?


Yanıt: Müzakerelerdeki çıkmazın sorumluluğu masadan çekilen tarafa, yani Kıbrıs Rum tarafına ve kişisel olarak da Sayın Anastasiades’e aittir. Dolayısıyla buradaki soru, benim seçilirsem neyi farklı yapacağım değil, ben hala masada olduğum ve kendisinin dönüşünü beklediğim için, Sayın Anastasiades’in ön koşul olmaksızın masaya dönmek için gerekli siyasi irade ve cesareti gösterip göstermeyeceğidir. Ben Sayın Anastasiades’in masaya dönüşünü kolaylaştırmak adına Sayın Espen Eide’nin müzakerelerin yeniden başlamasına yönelik çabalarını destekleyen yapıcı öneriler ve jestlerde bulundum ancak tüm bu önerilerim Sayın Anastasiades tarafından reddedilmiştir.

Dolayısıyla, onun müzakere masasını terk etme bahanesinin geçerli olduğuna inanmıyorum. Hatırlayacağınız üzere, hidrokarbon konusuyla ilgili benzer gelişmeler 2011 yılında biz Sayın Hristofyas’la müzakere ettiğimiz dönemde de yaşanmış ancak kendisi masayı terk etmemişti. Sayın Anastasiades’in masayı terk etmesinin gerçek nedeni, müzakerelerde al-ver aşamasına gelmiş olmamız ve kendisinin böyle bir egzersize hazır veya istekli olmamasıdır.

Ben, Kıbrıs Rum halkına, geçtiğimiz yıl 11 Şubat’ta kabul edilen Ortak Açıklama’da öngörüldüğü üzere adil ve sürdürülebilir kapsamlı bir çözüme ulaşmak adına müzakereleri yeniden başlatabilmemiz için liderliklerini ön koşulsuz olarak masaya dönmeye teşvik etmeleri çağrısında bulunuyorum. Bizim vizyonumuz barış, işbirliği ve uzlaşı vizyonudur ve gelecek nesillere sorunlarını çözmüş bir Kıbrıs bırakmak borcumuzdur.

Soru: Sayın Anastasiades, doğal gazla ilgili geçmiş yakınlaşmaları, özellikle de doğal kaynakların ve gelirlerin paylaşımına dair çerçevenin federal yetki olduğunu ve ayrıca anlaşılmamış konuların müzakereler sırasında tartışılabileceğini kabul ettiğini defatle açıklamıştır. Tüm bunlar Kıbrıs Türk tarafınca Barbaros’un geliş nedeni olan endişeler olarak dile getirilmemiş miydi?

Yanıt: Ada’nın doğal kaynaklarının federal bir yetki olacağına dair yakınlaşma, sırasıyla, Sayın Talat ve Sayın Hristofyas ve daha sonra şahsım ve Sayın Hristofyas arasında yapılan görüşmelerin daha önceki aşamalarında elde edilmiş birçok yakınlaşmalardan sadece bir tanesidir. Ben o zamandan bu yana Sayın Anastasiades’i, 2010 yılında seçildikten sonra benim yapmış olduğum gibi, hali hazırda elde edilmiş yazılı yakınlaşmalara bir bütün olarak bağlı olduğunu taahhüt etmesi ve aralarından seçip almaya çalışmaması konusunda teşvik ettim/zorladım. Ancak maalesef kendisi bugüne kadar bunu yapmaktan kaçınmıştır.

Hal böyleyken, Sayın Anastasiades’in hidrokarbon konusunu ön koşulsuz olarak benimle masada görüşmeye hazır ve istekli olduğunu açık ve kesin bir şekilde belirttiği herhangi bir açıklamasını görmedim. Aksine, kendisi, tek yanlı ve tekelci bir yaklaşımla, doğal kaynakları kullanmanın ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenlik hakları’ (bunları kabul etmemizi isteyerek) olduğunu söylemekte ve 11 Şubat 2014 tarihli Ortak Açıklama’da kabul edilmiş olan egemenliğin eşit şekilde Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar’dan neşet ettiği ilkesine de aykırı davranmaktadır.

Sayın Anastasiades, her iki topluma da ait olan Ada’nın doğal zenginliğinin paylaşılması konusunu basit bir ‘gelirlerin paylaşılması’ sorununa indirgeyemez. Diğer bir deyişle, bu konu basit bir para sorunu değildir. Elde etmeyi istediğimiz ortaklığın ruhu, Kıbrıs Türk tarafı olarak bizim de hidrokarbonların araştırılması, çıkarılması ve ihracatıyla ilgili sürecin her aşamasına katılımımızı gerektirir. Hidrokarbonlar konusunu geleceğin değil bugünün konusu haline getiren Kıbrıs Rum tarafının kendisi olduğuna göre, Kıbrıs Rum tarafından duymakta olduğumuz ve Kıbrıs Türk tarafının hidrokarbon faaliyetlerine veya gelirlerin paylaşımına katılımının Kıbrıs sorununun çözümüne bağlı olduğu şeklindeki pozisyon, kendi içinde çelişkilidir. Her halükarda, NAVTEX’in bizim adımıza yayınlanmasının ve sismik araştırma gemisi Barbaros Hayreddin Paşa’nın gelişinin nedeni, Kıbrıs Rum tarafının sadece bu konuyu görüşmeyi reddetmesi değil, onların hidrokarbonlar konusundaki tek yanlı faaliyetleridir. Bu tek yanlı faaliyetler durdurulduğu takdirde, bizim de kendi sismik araştırmalarımızı devam ettirmemize gerek kalmayacaktır. Aksi takdirde, bu faaliyetlere karşın, Kıbrıs sorununun özüne yönelik müzakereler 2011 yılında benzer koşullar altında olduğu gibi yeniden başlayıp devam edebilir. Hatırlayacağınız üzere, 2011 yılında, tüm uyarılarımıza karşın Kıbrıs Rum tarafının hidrokarbon faaliyetlerinin başlaması üzerine, Türk araştırma gemisi Piri Reis bizim adımıza araştırma yapmak üzere bölgeye gelmiş, zamanın Kıbrıslı Rum lideri Sayın Hristofyas masadan çekilmemişti.

Soru: Çözüme giden yolu açmak için BM Genel Sekreteri’nin çağrıda bulunduğu şekilde bir uzlaşı kültürü oluşturmaya çalıştığınızı dürüstçe söyleyebilir misiniz? Bu amaç doğrultusunda özellikle hangi politikaları uygulamaya koydunuz?


Yanıt: Öncelikle, Cumhurbaşkanı seçildiğim Nisan 2010’da, müzakerelere bırakıldığı yerden devam etmeyi kabul ederek ve sonra da Sayın Talat ve Sayın Hristofyas arasında yapılan görüşmelerde elde edilmiş olan yakınlaşmalara bağlı olduğumu söyleyerek uzlaşı ve çözüm için çalıştığımı kanıtladığıma inanıyorum. O günden bu yana, başlangıçta, kendisiyle daha başka yakınlaşmalar elde ettiğimiz Sayın Hristofyas’la olmak üzere, müzakereleri iyi niyetle sürdürdüm. Daha sonra, 2013’te Sayın Anastasiades’in seçilmesi ve o güne kadar elde edilen yakınlaşmaları kabul etmeyi reddetmesi yüzünden zorluklarla karşılaştık. Kendisi bugün hala bu yakınlaşmaları kabul etmemektedir.

Diğer taraftan, Güven Yaratıcı Önlemler fikri benim her zaman desteklediğim bir fikir olmuştur ve bu konudaki sicilim bunu göstermektedir. Benim Başbakan olduğum 23 Nisan 2003 tarihinde, tek yanlı bir güven yaratma hareketi olarak sınır kapılarını her iki taraftan geçişlere açmaya karar verdik. O tarihten bu yana iki toplumun bir araya gelmesini sağlayan milyonlarca geçiş yapıldı. Kıbrıs Rum tarafıyla ortak ürünümüz olan Hellim’in ortak tescili için işbirliği yapılması; hidrokarbonlar konusunda ortak bir özel komite kurulması; kara mayınlarının temizlenerek Kıbrıs’ın mayınsız bir adaya dönüştürülmesi, iki taraf arasında güven tesis edilmesine yönelik çabalarımın somut örneklerinden bazılarıdır. Buna ek olarak, her iki taraftaki halkın günlük yaşamlarını iyileştirmeye yönelik olarak tasarlanmış değerli Teknik Komite çalışmalarını da bütünüyle destekliyorum. Bunun aksine, Kıbrıs Rum tarafı, halkımıza uygulanan ve ekonomiden kültür ve turizme, eğitime, spora vs. hayatın tüm alanlarını kapsayan kısıtlama ve izolasyonları sürdürmeye, hatta artırmaya devam etmektedir. Uluslararası alanlarda, hatta Kıbrıs sorununun tartışıldığı forumlarda bile söz hakkımız veya adil temsil hakkımız çoğu zaman önlenmekte veya engellenmektedir.

Soru: Seçim kampanyanız sırasında Kıbrıslı Türklerin bir çözüme ihtiyaç duymadığını ifade etmiştiniz. Çözümsüzlük halinde dünyanın istikrarsız bir bölgesinde yer alan Kıbrıs Türk toplumunun geleceği ne olur?

Yanıt: Hiçbir zaman böyle bir ifadem bulunmadığı gibi, ‘çözümsüzlüğü’ savunuyor da değilim. Sadece yıllardır sıkıntı çekmekte olan halkımız için değil, aynı zamanda tüm ada ve bölgemiz için de Kıbrıs konusuna acilen adil ve kalıcı bir çözüm bulunması gerektiğinin tamamen farkındayım. BM Güvenlik Konseyi statükonun kabul edilemez ve sürdürülemez olduğunu defatle açıklamıştır ve ben de buna tamamen katılıyorum. Yanlış ve potansiyel olarak zarar verici bulduğum şey, Rumlar tanınmış hükümet ve Avrupa Birliği üyesi olmanın faydalarından ve ayrıcalıklarından tek yanlı ve münhasıran yararlanırken, Kıbrıslı Türklerin, kendi kusur veya kabahatleri olmaksızın, yarım asırdan uzun bir süredir ellerinden alınan vazgeçilemez ve meşru haklarını elde etmek için Rumlarla bir uzlaşıya ‘mahkûm’ olduğu şeklindeki iddiadır. Mevcut tıkanıklığın temelinde yatan şey de Kıbrıs’taki ihtilaflı iki taraf arasındaki bu tür asimetri, dengesizlik ve eşitsizlik olup, kabul etmeyi reddettiğim şey de bu tek yanlı ‘mahkûm edilmişliktir’.

Soru: Türk hükümetinin dini muhafazakârlığından ve AKP’nin yeni camiler inşa edilmesini ve eğitime dini dahil edilmesini teşvik ederek Kıbrıslı Türklere dindarlık aşılama çabalarından rahatsızlık duyuyor musunuz?

Yanıt: Türkiye, istikrarsız ve çatışmalarla dolu bir bölgede istikrarın kalesi konumunda olan, çok dinamik bir ülkedir. Karşı karşıya olduğu güçlüklere rağmen, geçmiş deneyimler Türkiye'nin gündeminde yer alan sosyal, kültürel ve siyasi konularla baş edebilecek güç ve kaynaklara sahip olduğunu göstermektedir. Türkiye Cumhuriyeti ve KKTC her ikisi de laik ülkeler olmakla birlikte, İslamiyet Türklerin ve Kıbrıslı Türklerin ortak inancı olup, Kıbrıslı Türklerin “dindarlığına” yönelik endişeler yersiz ve yanlıştır. Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin gerçek endişenin, Rum Ortodoks kilisesinin Kıbrıs Rum toplumun sosyal ve siyasi hayatındaki bilinen ağırlığı ve Kıbrıs sorununun çözümüne olan karşıtlığı olduğuna inanıyorum.

Soru: Cihatçıların Kıbrıs’ı -bilhassa Kuzey Kıbrıs’ı, Ortadoğu’ya bir geçiş yolu olarak kullanıyor olduğuna yönelik haberlerden endişe duyuyor musunuz? Kıbrıs’taki Müslüman gençlerin radikalleşmesi tehlikesi hakkında ne düşünüyor musunuz?

Yanıt: Kıbrıs’ın Kuzeyi’ni kullanmakta olan herhangi bir ‘cihatçı’ bulunmamakta olup, yetkili makamlarımız bu yöndeki herhangi bir bilgi veya işaretin gereğini derhal yerine getirmektedir. Biz aynı zamanda, iki taraf arasında, terörizm dahil, suç ve suça ilişkin konularda Ortak İletişim Oda’sını da içeren Suç ve Suça İlişkin Konular Teknik Komitesi aracılığıyla daha fazla işbirliği yapılması telkin ve teşvikinde bulunduk. Terörizm zamanımızın ortak belası olup tek bir dine, etnisiteye veya ulusa mal edilemez. Dolayısıyla selektif bir yaklaşım yerine ortak bir tepki ve işbirliği gerektirir. Dini veya etnik fanatizmle, kimden gelirse gelsin ve nerede olursa olsun, mücadele edilmelidir. Bu bağlamda, açıkçası beni, Türk karşıtlığı ve 24 Mart 2014’de Limasol’da selefim Sayın Talat’ın katıldığı bir etkinlikteki saldırıyı da içeren faaliyetleri ile bilinen ELAM isimli Rum radikal gençlik örgütünün ortaya çıkmasından daha fazla endişelenmekteyim. KKTC’de ne gençlik ne de başka türden herhangi bir radikal örgüt bulunmamaktadır.

Soru: Önemli sayıda Kıbrıslı Türk genç yurtdışında daha iyi bir gelecek aramak için adadan ayrılmaktadır. Bir çözüm daha fazla ertelenirse ekonomide nasıl bir reforma gitmeyi ve kuzeyin Türkiye’den gelecek fonlara olan bağımlılığını düzeltmeyi düşünüyorsunuz?

Yanıt: Ada ekonomilerinde, yurtdışında daha iyi bir gelecek için göçün olması yaygındır ve ne yazık ki Kıbrıs, Kuzey ve Güney, bu duruma istisna teşkil etmemektedir. Daha birkaç gün önce Rum basınında Rum gençlerin daha iyi iş olanakları için adadan ayrılmakta olduğuna dair haberler yer aldı. Bariz olan ve arzu edilen, Kıbrıs’ta her iki tarafın da daha büyük bir ekonomi ve iş piyasası potansiyelinden yararlanarak göçü azaltılacağı kapsamlı bir çözüm bulunmasıdır. O zaman gelin bir çözümün ‘daha fazla ertelenmemesini’ sağlayalım. Ancak, bir çözüm konusunda başarısız olunmaya devam edilmesi halinde, her iki tarafın hükümetlerinin, bir çözümün de önünü açacak şekilde, hidrokarbonlar, su, enerji ve v.b konularda ortak işbirliği projeleri ile vatandaşlarının hayatlarını iyileştirme sorumluluğu bulunmaktadır. Uzun bir süredir, bir ortaklık ruhu içerisinde, bu tür işbirliğini öneriyor olup, Rum tarafının kendilerine uzatmakta olduğumuz zeytin dalını alacağını umut etmeye devam ediyoruz.” 
Editör: TE Bilisim