"Şener Elcil, ödül töreninde bir de konuşma yaptı. Elcil'in konuşması şöyle:
Bir sonbahar sabahı Kalavason’da doğmuşum. Annem, babamın Psemadismenos (Yalancıköy) köyünden Ebe Mariya’yı geceleyin eşek sırtında eve nasıl getirdiğini hep anlatırdı. Doğumumdan iki ay sonra Kıbrıs’ta başlayan toplumlararası çatışmayla birlikte hiç yaşama imkanı bulamadığım köyümü terkedip yakındaki Tatlısu (Mari) köyüne göç etmişiz. Yedi çocuk, dokuz kişilik bir aile, o soğuk günlerde halamın küçücük evinin bir odasına nasıl sığdığımızı, babamın TMT’nin “Rum maden şirketine çalışmak vatan hainliğidir” tehditleri ile yıllarca çalıştığı işini nasıl bırakmak zorunda kaldığını hep büyüklerimden dinledim. Aya ilk ayak basan insan Neil Armstrong’un astronot kıyafeti ile gazetelerde, dergilerde yer aldığını hatırladığım yıl okula başlamışım. Her sabah “Türküm, doğruyum, çalışkanım” nutkuyla başlayan, bol bayraklı, milliyetçiliğin her türlüsünün öğretildiği, öğretmenlerimizin askeri üniformayla okula geldiği, Kıbrıs’tan çok Türkiye coğrafyasının öğretildiği, Türkiye’ye hayranlığın en üst noktada olduğu bir eğitim sistemi ilk hayat tecrübem oldu. Tatlısu (Mari) köyünün etrafındaki köyü koruyan nöbet kulübeleri ve köyün girişindeki barikat, 1963 yılında taksicilik yaparken kaybedilen Reşat Eniştemin yasını tutan halamın kara çarşaflar içindeki hali gözümün önünden hiç gitmez
Her hafta sonu babam ve annemle birlikte Kalavason’a yaptığımız ziyaretlerde, komşularımız Miryatti ve Hristalla’nın annemle beraber neden ağladıklarını, anlamadığım bir dilde neler konuştuklarını hep merak edip sorardım. Paskalya’da bize sapsarı pilavunalar veren, annemle şakalaşıp, ağlayıp konuşan, babamla iş için konuşurken bana “I0N çikolata” veren Nikola Isladırcı ve kara dizlikli bakkal Zabuni’nin, Kasap Arestiri’nin, komşumuz Pedri’nin çocukları Yannagi ve Maro’nun Rum olduklarını hep bu buluşmalarda öğrendim. Okulda bize düşman olarak tanıtılan bu insanlar nasıl düşmanımız olabilirdi? O küçük yaşımda hep bu soruyu sorarak kendime göre hep doğruyu bulmaya çalıştım.
1974 trajedisi, yaratılan korku atmosferi çerçevesinde bizi bir kez daha yaşadığımız yerden söküp, göçe zorladı. O acı günlerde Dohni ve Terazi’de tanıdığım insanların katledilişlerini, kuzeye geçtikten sonra orada yaşanan çatışmalarda öldürülen insanlarla ilgili anlatılanları, toplu mezarları, kaybedilen insanları öğrendikçe hep üzüntü duydum. İnsanların Kıbrıslı Rumlar’ın evlerini yağmaladıklarını, evlerin içindeki eşyaların nasıl dökülüp saçıldığını, insanların anılarının nasıl yokedildiğini gözlerimle gördüm. Çocukların bile mermi çekirdeklerinden kolye, mermi kovanlarından kalem yaptıkları günlerdi bunlar. İnsanların köklerinden sökülen bir ağaç gibi yüzyıllar boyu yaşadıkları yerlerden atılmalarını hiçbir zaman kabullenmedim. Bu altüst oluş, benim hayatımda hiç bitmeyen bir göçmenlik acısı bıraktı. 1974 trajedisi tüm Kıbrıs için geriye dönülmez bir sürecin başlangıcı oldu. Güneyi terkettiğimiz gün, babamı ilk defa ağlarken gördüğüm gün oldu. Bu kadar acının yaşandığı bir ortamda resmi törenler, askerler, silahlar, bol bol milliyetçi kahramanlık öyküleri çocukluğumuzu alıp götürürken, çekilen acıların üzerine 1974 trajedisinin “Mutlu Barış Hareketi” olarak tanımlanması ise acılar yaşayan insanlarla alay etmekten başka bir şey değildi.
Kıbrıs’ta yaşanan bu acı süreç aslında çıkarları uğruna, yüzyıllar boyu beraber yaşayan insanları birbirine düşman edip, savaştıran ve kendini uygar devlet diye tanımlayanların tezgahından başka bir şey değildir. Ne yazık ki Kıbrıslılar bu oyunun bir parçası olarak kendi ülkelerini bölen ve yaşanmaz hale getiren milliyetçi ve ırkçı siyasetin parçası olmayı gönüllü olarak kabul ettiler. Bizler kendi ellerimizle kendi cehennemimizi yarattık Bu yanlışları gören ve Kıbrıslıların kardeş olduğunu söyleyenleri “ya vatan haini ilan ettik ya haince katlederek ortadan kaldırdık ya da ülkeyi terketmeye zorladık.” Barışın silahlarla, duvarlarla, bayraklarla, dikenli tellerle ve yabancı askerlerle sağlanacağını düşündük. Oysa barış bir erdemdir ve insanların bilinçlenmesi ile mümkün olur. Bu da bize eğitimin önemini gösterir. Milliyetçilik ve ırkçılık da eğitim yolu ile adamıza getirildi. Önce Yunanistan ve Türkiye’den öğretmenler, kitaplar geldi. Ardından subaylar, askerlerle birlikte bölünmüşlük, işgal ve kültürel asimilasyonla tanıştık. Yerleşim yerlerimizin isimleri değiştirildi, Kıbrıslı Türklerin isimleri değiştirildi, adamızın kuzeyine yaşanan nüfus akışıyla kendi ülkemizde azınlık yapıldık, Kıbrıslı Türk gençler adamızı terkederken onbinlerce insan adamızın kuzeyine akın etti. Verilen vatandaşlıklarla Kıbrıslı Türkler’in siyasi iradesi yok edildi. Adamızın kuzeyinde izlenen kolonicilik siyasetinin yarattığı kültürel asimilasyon Kıbrıslı Türkler’i yok oluş noktasına getirdi. “Enosis ve sadece Enosis” veya “Ya taksim ya ölüm” dedik, yarım bir adada Enosisi ve 1974 işgali ile taksimi gerçekleştirdik. Acaba bugün mutlu muyuz?
Kıbrıs Sorunu’nu çözmek için 1968 yılından beri devam eden görüşme süreci siyasilerin atacağı bir imza ile bunun mümkün olamayacağını bize göstermiştir. Esas yapılması gereken toplumların birleştirilmesidir. Ülkemizin birleştirilmesi, her iki toplumun yakınlaşması, birbiri ile işbirliği yapması ve birbirine sahip çıkarak bugünkü statükoyu değiştirmesi ile mümkün olabilir.
Bu kadar acının yaşandığı bir adada Martin Luther King’in dediği gibi benim de bir hayalim var:
Irkçılığın, milliyetçiliğin, ayrımcılığın, tüm silahların, yabancı askerlerin olmadığı, temel insanlık değerlerinin yerleştiği, silahlara harcanan paraların eğitime, sağlığa ve Kıbrıslılar’ın refahına harcandığı, insanların seyahat ederken kimlik pasaport göstermediği, barikatların kalktığı, ve iki toplumun kardeşçe ortak bir yaşam sürdüğü Birleşik bir Kıbrıs.
Kıbrıslı Şair Fikret Demirağ’ın da dediği gibi:
Kardeşim barışı ne zaman yapacağız?
-ne solgun cocukluklar, gençlikler yaşadık, kardeşim, aklında mı,
Aklında mı ne yoğun acılar, ne boşa yorgunluklar
yaşadığımız,
anımsa, ne adına, ne çok ölümlere akıp gitti kanlarımız,
nasıl ziyan olup gitti en güzel yıllarımız, anımsa,
şarkılarımızın bile başkalarınca belirlendiğini ne zaman
anlayacağız?
Kendimiz olmayı, ne zaman öğreneceğiz, örselememeyi
hiçbir yüreği,
umutlarımızın ve acılarımızın küllerine olsun saygılı
olmayı ne zaman,
ne zaman anlayacağız yaşamın saygıya değer olduğunu,
insanın ve şarkısının,
Kardeşim barışı ne zaman yapacağız?
Bu duygularla beni bu ödüle layık gören herkese teşekkür eder, bu ödülü hayatını Kıbrıs’ın ve insanlığın barışına ve demokrasi mücadelesine adamış tüm yurtseverler adına kabul ettiğimi vurgularım.
Saygılarımla..."
Editör: TE Bilisim