Bu yazımızın sonuç bölümü için sakladığımızı baştan vurgulayalım: Bugünkü şartlar altında Kıbrıs Sorunu'nun çözümü hiç kolay bir mesele değil. Son günlerde bu küçük adaya "umut" aşılanıyor olsa da -Anadolu cenahlarından, Brüksel'den ve okyanusun diğer tarafından- yarım asırlık meselenin halli birkaç ay içerisinde hallolabilecek bir mesele görüntüsü arz etmiyor. Bugünkü aktörlerle bu iş oldukça zor. Soğuk Savaş döneminin milliyetçi ideolojisine saplanıp kalmış olan Kıbrıs Türk liderliğiyle, Kiliseye, milliyetçi kanada ve daha birçok çevreye laf yetiştirmeye çalışan Anastasiadis hükümetiyle, adada bir şeyler yapıyorum imajı verirken aslında bir arpa boyu yol kat etmeyen Ankara ile ve iç savaş heyulasıyla karşı karşıya kalmış olan Atina ile bu sorunun halli oldukça zor.
Adadaki türlü olumsuzluklar bizleri, en azından bu adanın barışa ihtiyacına dem vuran sakinlerini, umutsuzluluğa sürüklememeli. Aktörler cenahında devrim niteliğinde gelişmeler vuku bulduğu takdirde her şey bir anda değişebilir. Örneğin, Ankara'da bir anda tersine esmeye başlayacak bir rüzgar -misal Gezi Olayı- her şeyi değiştirebilir. Gene aynı şekilde, adadaki aktörleri yapısal açıdan etkileyebilecek olan gelişmeler gündeme geldikçe -misal büyük ekonomik kriz- işin rengi bir anda değişebilir. Zor mu? Evet oldukça zor. Ama kesinlikle imkansız değil.
Yerel aktörlerden maada bir de küresel aktörleri göz önünde bulundurmak durumdayız. Bugün adadaki iki yönetimin ve iki "garantör" gücün aksine, dış faktörler ısrarla sorunun bir an evvel çözülmesi gerektiğini vurguluyorlar. Washington'dan gelen son mesajlar bu yönde. Keza Brüksel'in tutumu da bu yönde şekillenmekte. Geçtiğimiz saatlerde A.B.'nin genişlemeden sorumlu üyesi Stephan Füle'nin açıklamaları kayda değer. " Kıbrıs'taki görüşmelerin somut sonuçlar doğurmasını istiyoruz. Biz aynı zamanda daha aktif rol almak konusunda kararlıyız. BM ve taraflar kabul ederse. Şunu açıkça ifade edeyim ki biz bu süreçte yardımcı olmaya hazırız. Bu süreç çerçevesine güven inşası konusunda taraflara yardım etmeye hazırız", diyor Ankara'nın yakından tanıdığı Avrupalı teknokrat. Bu açıklamayı bir yere not edin. Müzakerelerin devamı için oldukça manidar bir mesaj.
On yıl evvel gene bu tarihlerde Kıbrıs Sorunu'nun çözümünü tartıştığımız dönemde, Kıbrıs Sorunu gene aynı resmi çiziyordu. Ataletsizlik içerisinde savsaklayan Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk liderliği, bir şey yapıyorum derken aslında bir şey yapmayan "garantör" güçler ve sorunun bir an evvel çözülmesinden yana tavır alan küresel güçler. 2004 yılında, dışarıdan adaya empoze edilen bir plan bu resmin mezar taşını teşkil etmiş oldu.
2003 - 2004 döneminde manzara yukarıdaki gibiyken, barışa ve adada bir arada yaşama inanan insanlar nerede hata yaptı ve hangi gerçeği görmezden geldi? O dönemde, adaya dışarıdan empoze edilen planın dinamiğine kapılan ada insanı ve dış dünya, Kıbrıs'ın iki büyük topluluğunun burjuva - orta sınıfın kaygılarını, geleceğe dönük umutlarını ve beklentilerini görmezden geldi. Kıbrıs Rum burjuvazisi elinde bulundurduğu ekonomik ve siyasi ayrıcalıklarını Kıbrıs Türk burjuvazisiyle ve bir anlamda Türkiye ile paylaşmaktan çekindi. "Küçük olsun ama benim olsun", anlayışı o dönemde Yeşil Hattın güneyinde hakim olan anlayıştı. Peki neden? Çünkü o dönemde Kıbrıs Rum tarafı Avrupa kapitalizmin kapılarını aralamıştı da ondan. Avrupa'nın bol "eurolu" ve "bereketli" rüyalar gördüğü dönemde, Rum burjuvasının ve "derin devletinin" Kıbrıs Türkleri görecek durumu yoktu. Aynı dönemde, Kıbrıs Türk tarafı o meşhur planı tüm yönleriyle tartışmaktan çekinip, planın medyatik yönlerine odaklandı. Kıbrıs Türk tarafına pompalanan "sınırlar kalkıyor, Kıbrıslı Türkler Avrupa'ya katılıp, Batı kapitalizminden payını alıyor" propagandası kısa bir süre içerisinde etkisini gösterdi ve sonuçta o bildik referandum sonucu ortaya çıktı.
Yukarıdaki paragrafta Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk burjuva sınıflarını bir araya getiren unsurlar nelerdir? Cevap aslında çok basit: Kapitalizm -A.B. kapitalizmi- ve dış düzlemde adayı temsil eden devlet mekanizması. Geçen yazımızda üstünde durmuş olduğumuz "devletçilik" bu yüzden çok önemli. Bugün Kıbrıs Müzakerelerinin teferruatlarına kapılıp, işin özüne bir türlü inemiyoruz: Kıbrıs Sorunu'nun çözümü ada ekonomisinin yeni baştan insan -mal/mülk, güvenlik v.s.- ve ortak siyasi yapı bağlamında radikal bir şekilde yeniden gözden geçirilmesine bağlı. Bugün ne yazık ki adanın kaderini ellerinde bulunduran kurnaz, "dinozor" siyasetçilerimiz bu dönüşümü gerçekleştirebilecek kabiliyete sahip değil.
Kıbrıs Sorunu'nu çözmek istiyorsak ilkin Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum burjuvazisine ekonomik yaşam alanları açacağız, sonrasındaysa oturup ortak devlet mekanizmasını "devletçi" ideolojiden arındırıp, günümüz kıstaslarına uyarlayacağız. Dünyaya sosyalist bir çerçeveden bakıyorsak, bu işi sosyal adalet, gelir adaleti ve sınıflar arası ilişkilerin yeniden tanzimi ile pekiştireceğiz... Yukarıda yazdık. Bir daha belirtelim: Bu iş oldukça zor. Ama kesinlikle imkansız değil...