Geçtiğimiz pazar günü Tepebaşı’nda Yorgoz Lale Festivali’ne katılacak olduk. Laleleri bizler gibi pek çok insanın görmeye geleceğini sanıyorduk. Tepebaşı’nda festival alanını hıncahınç dolduran pek çok insanın lale üretim alanlarına gitmek yerine kebap, Kıbrıs hamur işleri ve tatlılarını yemeyi tercih ettiğini gördüğümüzle kaldık. Festival için köye gelenlerin birçoğu köyün merkezinin hemen yanı başındaki, önü çöp dolu Osmanlı çeşmesini ziyaret etmedi. Çeşmeden haberleri de yoktu zaten. Fotoğrafçı arkadaşım Emre Soykan ile çeşmeyi sora sora nihayet bulduğumuzda, gördüğümüz manzarayı sizlerle paylaşmanın doğru olacağını düşündük…

Köyde, tohumdan yetiştiği bilinen Yorgoz lalesine rastlamamamız epey garipti belki ama zaten lale üretim alanına düzenlenen turlara da katılım oldukça düşüktü. Kıbrıs endemiği olan ve 7 senede yetişerek çiçek veren lalelerin adına düzenlenen festival, her zamanki gibi bir Kıbrıs mutfağı festivaline dönüşmüş; evde kebap yapacağına ailecek karın doyurmaya gelen pek çok insanımız laleleri görmekle vakit kaybetmeden, yiyip içtikten sonra evinin yolunu tutmuştu…

Kuzey Kıbrıs’ta Tebepaşı’nda ve Avtepe’de yetişen Yorgoz lalesi, Güney Kıbrıs’ta sadece Akama Burnu’nda yetişebiliyormuş. Köylülerin ballandıra ballandıra anlattığına göre, Medoş lalesi olarak bildiğimiz lale, gerçekte Yorgoz lalesiymiş. Yorgoz lalesinin tohumları İngiliz döneminde Medoş köyüne ekilmiş ve köy, laleleri ile meşhur olunca Yorgoz lalesi Kıbrıs endemik bitkileri arasında Medoş lalesi olarak anılagelmiş. Amma velakin Yorgoz lalesi sadece Kıbrıs’ın burunlarında yetiştiğinden Güney Kıbrıs’taki Medoş köyündeki laleler iklime uyum sağlayamamış ve tükenmeye başlamışlar. Yorgoz lalesi sadece ve sadece Kormacit ve Karpaz burunlarında, Güney Kıbrıs’ta ise Akama Burnu’nda yetişebilirmiş. Medoş’ta artık lale kalmasa da, lalelerin adı Medoş kalmış.

Turizm Bakanlığı’nda çalışan ve lale diyarının güvenliğinden sorumlu olan Tepebaşılı bir yetkilinin, Tepebaşı Kültür Sanat ve Doğayı Koruma Derneği üyesi Kemal İyikalp’ın anlattıkları bu bilgilerle sınırlı değil elbette. İyikalp, lale diyarına giden yolu otomobillerin geçişini engellemek üzere taşlarla kapattığını ancak her seferinde arabasıyla lale alanına gitmek isteyenlerin taşları çekip yoldan geçtiğini vurguluyor. İyikalp, festival sırasında talar ve sepet işleri yaptıklarını ve hellim peyniri yapımında kullanılan talarlar için 10 TL’yi pahalı bulanların, 3-4 adet lokma tatlısı için 10 TL’yi rahatlıkla verdiklerine şahit olduğunu üzülerek aktarıyor. “Kültür ve sanatı kimsenin önemsemediği”ni söyleyen İyikalp, “bir paket sigaraya 8 milyon TL verebilen insanların 10 TL’lik sepetler için münakaşa edebildikleri”ni sözlerine ekliyor.

Festivalin çok konuşulanlarını ise şöyle sıralamak mümkün: İlki, festival sırasında resim sergisi açan bir ressamın mikrofonu eline alarak,” Biriniz bile sergimi gezmediniz!” diyerek gösterdiği tepkiydi kuşkusuz. İkinci mühim kategorisinde ele alınan ve ağızdan ağıza dolaşan dedikodu ise, TV kanalı sahibi ve büyük şirketlerin muhasipliğini yapan bir aile şirketi olan, dolayısıyla hayli varlıklı olduğu bilinen Maliye Bakanı Ersin Tatar’ın lalerin korunması için sadece 5 TL bağış yapmasıydı. Zengin bakanın yaptığı bağışı komik bulan Tepebaşılılar, “Ersin Tatar hiç vermeseydi daha iyiydi”diyerek tepkilerini dile getirirken festivalde konuşulan bir diğer konu ise, köyün uzağında bulunan lale yetiştirme alanlarına rehbersiz hiçbir şekilde ulaşılamamasıydı. Yerleştirilen bir okun laleleri arayanları yanlış yere yönlendirmesi bir yana, ana yoldaki ve doğru yeri gösteren diğer oktan sonra başka ok konmaması nedeniyle, laleseverler laleleri arayıp bulamamaktan şikayetçiydi!

Benim içinse Tepebaşı Festivali, bir hakikatı bir kez daha ortaya çıkarması açısından son derece önemli bir gözlem yapmama fırsat yarattı. Festivale laleri ve tarihi eserleri görmeye gelenler Dağcılık Spor Derneği ve VL SPEED Derneği üyeleri idi. Dağcılık ve Spor Derneği üyeleri Yorgoz laleleri için saatlerce yürürken, bisikletçiler saatlerce pedal çevirmişti. Diğer yurttaşların çoğuysa kebap yemek için festivale gelmişlerdi. Sporcular Kıbrıs’ta yeniyi temsil ediyor, kebap yemeye gelenler ise eskiyi ve statükoyu… Kıbrıs’ta birçok şeyin değişeceği konusunda en çok da bu nedenle oldukça umutluyum. Oturdukları köşelerden tembel oldukları için umutsuzluk edebiyatı yapanlar, harekete geçmenin ne potansiyel enerjisine ne de gücüne sahip oldukları için değişimin ayak seslerini duymaktan da acizler.

Adaşıma, sevgili Can Denktaş’a da bu vesileyle umutsuzluğun tarafında değil, hayatın yanında kalmasını ve en acilinden şifa diliyorum…