Bu kısa değerlendirme yazısının kaleme alındığı esnada Mustafa Akıncı’nın  liderliğinin Barış Burcu imzalı açıklaması yeni gündeme gelmişti. Kıbrıs’ın her iki  yakasında da malum ‘yemek krizi’ basın ve siyaset kulvarlarını alakadar etmeye devam  ediyordu. Atina ise Kıbrıs Rum liderliğiyle Yunanistan Hükümeti arasında önemli  toplantılar gerçekleştirilmekteydi. İlk gelen, teyide muhtaç bilgiler ‘bölgedeki son  gelişmeler ışığında kararlı bir duruşun’ her iki tarafça da onaylanmış olduğuydu.  Köşe yazımızın kaleme alındığı esnada adanın kuzeyinde başka bir gelişme de  adından söz ettirmekteydi. Özellikle sağ ve merkez cenahtaki aktörler son krizle ilgili  Rum tarafını ve Nikos Anastasiadis’i suçlu görmekteler. Onlara göre Rum tarafının  tepkisi yersiz ve gereksiz. Bazı kesimlere göreyse çözümü erteleme niyetinde olan  Anastasiadis liderliği yemek krizini fırsat bulmuş durumda. Nereden bakarsak bakalım  anlaşılan son dönemde Türkiye’yi etkisi altına almış olan komplo hastalığı artık ne yazık  ki Kıbrıs’ı da etkilemeye başlamış durumda. Kumpaslar ve komplo teorileri peşimizi  bırakmıyor vesselam. Bu teorilerin peşinden koşanlara sormak lazım: Diyelim ki  Anastasiadis gerçekten masadan kalkmaya, kriz çıkarmaya niyetliydi, peki o zaman ona  bu fırsatı kim sundu?  Anastasiadis liderliğinin Kıbrıs Müzakereleriyle ilgili pozisyonunun eleştirisi ayrı  bir yazı dizisinin konusu. Bu konuda söyleyecek çok şeyim var. Rum tarafın çizgisini  yakından takip eden bir akademisyen ve gazeteci olarak belli başlı noktaların dikkatle  irdelenmesi gerektiği düşüncesini taşımaktayım. Bu bağlamdaki ilk çabamı ilgileneler  yakın zamanda Khora Yayınlarından okuyucularımla buluşacak olan kısa çalışmamda  bulabilirler.  İsterseniz bu noktada yukarıda ortaya koyduğumuz suale geri dönelim. Bu yeni  krizin başlangıç noktasını teşkil eden açılımı Türk tarafı şu an itibariyle neden gündeme  taşıdı? Hangi nedenlerden dolayı, Cumhurbaşkanının uçağı havadayken Saray  çevrelerinden basın kulvarlarına yanlış bilgiler aksettirildi? Kıbrıs Türk toplumu bu  ziyareti neden twitter üzerinden, son anda öğrendi? Bu gizlilik niye? Bu telaş ne?  Yukarıdaki soruları sorarken iki ihtimal üzerinde duruyorum. Bu ihtimallerden  birinci Türkiye­Kıbrıs Türk tarafının ‘milli Kıbrıs duruşu’ ile ilgili. Yeni süreçte ne kadar  ‘barış’ empatisi kurulsa, karşı tarafa şirin gözükmeye çalışılsa da Türkiye’nin Kıbrıs  Sorunu gibi önemli bir ‘milli meselede’ ana hatları Milli Güvenlik Kurulu ve güvenlikdiplomasi otoritereleri tarafından tanzim edilen bir ‘duruş’ söz konusu. Elden geldiğince  kısıtlı ‘geri adımlarla’, tavizlerle Kıbrıs Sorunu çözmek ve aynı zamanda kuzeydeki ayrı  otoriteye güç ve gelecek kazandırmak bu stratejinin mihenk taşı. İşte bu strateji  çerçevesinde, BM Genel Sekreteri ile temas babında, müzakerelerde bir  takvilendirmenin gündeme getirilmesi, Rum tarafına çözümün aciliyeti noktasında baskı  uygulanması temelinde, Akıncı’nın baskın İstanbul ziyareti gündeme gelmiş olabilir. Beri  yandan, bu ziyaretle ‘Türkiye Kıbrıs Cumhuriyeti ile ilişkiler geliştirirken KKTC’yi  görmezden geliyor’ serzenişlerinin de üstesinden gelinmeye çalışılmış olunabilir. Ayrıca  mahremiyet kaidesiyle Rum tarafını şaşırtma, oldu­bittilerle karşı karşıya bırakma  anlayışı da sirkülasyona konulmuş olunabilir. İkinci ihtimal ise gerek Türkiye’nin gerekse de Kıbrıs Türk liderliğinin diplomasi,  Türk­Yunan ilişkileri ve Kıbrıs Sorunundaki yetersizliğiyle alakalı olabilir. Diğer tarafı  anlamayan, anlayamayan, anlamak istemeyen, dilini konuşamayan, iletişim kuramayan,  kamu diplomasisi alanında Batı dünyasını uzaktan dürbünle seyreden nahoş bir  görüntüden bahsediyoruz. Bu büyük gedikleri geçtiğimiz dönemde Türkiye dış  politikasının birçok kulvarında gördük. Rus jetini ‘kısa süreli bir tepki olur sonra unutulur’  diyerek düşürmedik mi? ‘Suriye’de Kürtler kayda değer birşey yapamaz’ derken Kürt  Otonomi Hareketi Türkiye’nin burnunda Rojava’yı, şimdiki adıyla Kuzey Suriye  Federasyonu’nu tesis etmedi mi? İşte aynı ‘azizlikler’ an itibariyle Kıbrıs Sorununun  başına da gelmiş olabilir. ‘Şipşak bir ziyaret yaparız, içeriye şirin gözükürüz, Ban Ki  Moon’dan Rumlara baskı sözü alırız’ tarzındaki bir ucube siyaset tarzı ne yazık ki bir  gece ansızın bu adanın gündemine oturmuş olabilir. İşin bir diğer acı yüzü de söz  konusu. Diplomasi, kamu diplomasisi, Rum tarafını anlama, onunla iletişim kurabilme  noktasında Kıbrıs Türk liderliğinin yetersizliğine ne demeli? Google translate usülü, ne  dediği anlaşılmayan bir Rumca aksanla haber sunmaya, daha doğrusu propaganda  yapmaya çalışan Bayrak usulü diplomasiyle gelinecek nokta bu. Yukarıda bahis konusu olan her iki nokta da moda deyimle ‘alarm verici’. Başta  vurguladık, yanlış anlamaların önüne geçmek için tekrarlıyoruz: Rum tarafının  gediklerini bilerek ve isteyerek bu yazının dışında bıraktık. Kurucu devlet gibi somut bir  öğeyi bilerek başka zorlamalara­taraflara çeken Rum tarafıyla ilgili diyecek o kadar çok  şeyimiz var ki! Ama bu noktada, bu kriz özelinde bizleri alakadar eden Türkiye­Kıbrıs  Türk tarafının ‘azizlikleri’. Ne dersiniz? Bu son krizde esas rolü kim oynadı? Milli ve  kararlı, uzun adam stili kararlı duruş mu yoksa diplomasi­istihbarat alanlarında modern  ışık hızı çağlarını ‘at arabasıyla’ takip eden bizim bildik münevver stratejimiz mi?  Nereden bakarsak bakalım trajikomik bir durumla karşı karşıyayız. Aziz Nesin’likiz  milletçe ve adaca… Vallahi başka türlü açıklama aklımdan geçmiyor.