Bundan yaklaşık 15 sene kadar önceydi Türkiye basınında  çıkan Kadına Sığınma evi ile ilgili bir haber ilgimi çekmişti.Böyle bir proje acaba ülkemizde hayata geçse amacına hizmet edermiydi diye düşünmüş sonrasında  içinde bulunduğum sivil toplum örgütü ile konuyu paylaşınca ülkemizde kadına şiddet yok ki evini terk etmek isteyen kadında yok diyerek projeyi uygulamaktan vazgeçmiştik.

Böyle düşünmemizin ana sebebi basına yansıyan bu türden bir habere rastalamamış olmamız  veya  etrafımızda da tanık olduğumuz böyle bir projeyi hayata geçirmeye değecek bu türden bir vaka bulunmadığındandı.15 yıl sonra bugüne geldiğimizde ne değişti diye düşünmeden edemiyor insan.

Şimdi neredeyse hergün kadına şiddeti içeren bir haberle uyanıyoruz.

Geldiğimiz noktada ilk iş olarak ve toplumun geleceği için hükümetlerin aile yapısını koruma adına uygulamaya geçirecekleri nitelikli projelere ihtiyaç olduğu bir gerçek.

Gelelim kadına şiddetin nedenlerine.

Erkek şiddetine maruz kalan birçok kadın kabahati kendisinde görüyor.

 Ancak gelin görün ki şiddetin kaynağı ne kadının söylediği bir söz ,ne giydiği kıyafet ne de evde pişmeyen yemek...

Şiddetin esas kaynağı  güç ve kontrol isteği .

Yaşamın her alanında karşımıza çıkan erkek egemenliği, erkekleri şiddet uygulamak konusunda cesaretlendiren en önemli unsur.

Bu durum Kadınları rollerinin ailede çocuk bakımı ve ev işlerinin yapılması, bu işlerin gerektirdiği uyumu ve itaati göstermek olduğu yönünde biçimlendirir.

Kıyafetlerini yıkadığı, aşını pişirdiği ,kıyafetlerini ütülediği ,evi silip süpürdüğü  için karısına teşekkür eden kaç erkek var? 

Yada bu işleri karısı işte iken kendisi yapan.
Aile, cinsiyete dayalı bu rollerinde ilk öğrenildiği kurumdur.

Erkek çocukla maça gidilir .Kahveye götürülür.Erkek çocuk için rol model olan  baba erkek çocuğun çıplak fotoğraflarını çeker arkadaşlarına gösterilir , kadına üstünlüğünü ön plana çıkaran sözler ,hareketler öğretilir.

Erkek çocuk, babasına bakarak neye benzeyeceğini görür. Kız çocuk ise, baba modeli sayesinde karşı cinsi tanır.

 Dini kurallar erkeğin kadından üstün olduğu düşüncesini pekiştirir, ordu, kolluk güçleri vb kurumlar aracılığıyla erkekliğin şiddetle ilişkisi güçlendirilir, kadınlar üzerinde hakimiyet kurmanın şart olduğu ima edilir.

Adalet sistemi birçok örnekte açıkça görüldüğü gibi yasalara rağmen, kadınlardan yana işlemez.

 Medyada kadın ve erkeklerin geleneksel rolleri her gün yeniden üretilerek karşımıza çıkar. Örneğin “namus cinayeti”, “aşk/kıskançlık cinayeti” diye adlandırılan şiddet biçimlerinin temelinde aynı şey, kadın bedeni üzerinde erkeğin “tasarruf yetkisi” yatar. 

Çalışma yaşamlarında kadınlar daha az yer alıyor.“Gelişmiş” olduğu söylenen ülkelerde bile kadınların aldığı ücret erkeklerden düşüktür.

Ekonomik açıdan erkeğe bağımlı olmak kadının üzerindeki güç ve kontrolün sürmesi anlamına gelir.

 Kadınların evde gerçekleştirdikleri bakım, ev işi gibi hizmetlerin karşılığı bulunmaz, kadınların ev içi emeğine el konur.

Karar mekanizmaları içinde yer alamazlar.

Meclisimize bir bakınız  kadınların temsil oranı yüzde 18 yani 50 erkek milletvekiline karşılık, sadece 9 kadın milletvekili bulunmaktadır.

Bu yapıda son seçimlerde  birtakım kotalar konarak sağlandı .Yoksa Mecliste kadın milletvekili  oranı % 9 u geçmiyordu.

Kadınları erkeğe bağımlı kılan, eşitsizlik üreten bu sistem, aile içi şiddetinde en büyük nedeni.

Kadınlarımızı bir gün değil hergün yaşamın her alanında erkeğe eşit olarak kattığımız gün .Dünyada gerçek kadın erkek eşitliğine dayalı bir yapıyı kuracağız.

O zaman kadına şiddette son bulacak.

Erkek sığınma evi olmadığı gibi Kadın sığınma evlerinede ihtiyaç kalmayacak.

Erkekler günü diye bir günün  kutlanmasına ihtiyaç olmadığı  gibi Kadınlar günü diye bir günün  kutlanmasınada ihtiyaç kalmayacak.