Bizim küçük taş yığıncığı Avıgatland’in üç tarafının denizle kaplı, bir tarafının duvarla örülü olduğunu hikayemizin başında söylemiştik. Bu duvar, Avıgatland’i, içinde dönen yolsuzluk ve yozlaşmaları anlamak için çok önemliymiş. Duvar, Avıgatland’i komşusundan ayırmak için varmış. Komşu ayrıymış ayrı olmasına ama bizim Avıgatlad’deki bir küçük zümrecik “komşunun tavuğu komşuya kaz görünür” misali hep duvarın öteki tarafındaki hayata özenirmiş. Hatta bu zümrecik, duvarın öteki tarafındaki komşu ile sürekli al gülüm ver gülüm ilişkisindeki Kıtaland’in de katkıları ile Avıgatland’dekilere üzerinde 10, 20, 50, 100 ve 200 yazan, kimisi mavi, kimisi sarı, kimisi yeşil olan renkli dikdörtgen kağıtçıklar verirmiş. Avgatlad’de siyasi bir mesele olduğu anda, bu sarılı, yeşilli kağıtçıkları alan zümre, hemen aynı tonda, aynı kelimelerle, aynı yaklaşımlarla komşunun söylemelerini istedikleri şeyleri sıralamaya başlarlarmış. İlk başlarda bunu açık açık yapmazlarmış. Bu söylemlerin içine kulağa hoş gelecek şekilde barış, kardeşlik, sevgi, birleşme gibi şeker tadında ama gerçekten bu söylemlerin içeriğini asla doldurmayacak aktiviteleri de katarlarmış. Sonraları, bu sarı, yeşil, mavi kağıt parçacıklarının albenisini de saklamaya gerek duymaz olmuşlar, “gururla” bu işi yaptıklarını dillendirmeye başlamışlar. Kimisi bu kağıt parçacıklarını gururla ortalıklarda sallarken, kimisi belli bir konuda görevini tamamladıktan sonra Kıtaland’deki tatillerini reklam ederek yaparmış bunu. Adeta kendilerini takip eden herkese “bakın, ne kadar çok fırsat veriyor bunları söylemek” diyorlarmış.

Konuştuklarında, savundukları her şeyin “politik” yaklaşımları olduğunu, belli bir politikaya, dünya görüşüne inandıkları noktasından bunu yaptıklarını, örgütlü politik hareket ettikleri imgesini oluşturmaya çalışırlarmış. Komşu gayet örgütlüymüş politik bir hareket yapmak konusunda ama bizim taş yığıncığındaki zümrenin bağırtısı aslında hiç de göründüğü gibi politik değilmiş. Aslında komşunun tavuğunun kaz görünmesi meselenin özüymüş. Birkaç yüz bireyin kendi “gemisini kurtaran kaptan” yaklaşımından başka bir şey değilmiş yani. Hayvan Çiftliği’deki at Mollie’yi hatırladınız mı? İşte bu birkaç yüz kişilik çığırtkan grubu, politik bir ülküyle hareket eder görünseler de muhalefetleri tıpkı Mollie gibi bireysel kazanım ve rahat düşkünlüğünün bir sonucuymuş. Nasıl Mollie, grubunun özgürleşmesi adına kendi içindeki sistemi eleştirmiyormuş ve rengarenk pırıltılı kurdeleler içi kendisini sömürecek olan çitin öbür tarafındakilere kendini teslim ediyormuş; işte bizim Avıgatland’deki çığırtkan zümrecik de bütün topluluğun hakları pahasına o renkli dikdörtgen, üzerinde 10, 20, 50, 100, 200 yazan mavi, sarı, yeşil kağıt parçacıkları ile cebini doldurmak sevdasıyla bağırıp duruyormuş.

Avıgatland’de akla gelen her etik kurulda yer bulan, şaşılacak ve az görülür şekilde yargıçlar tarafından sırtı sıvazlanan bir avıgat da çok “politik” duruşunda sürekli “Avıgatland batsın”, “bu sistemi bırakalım, komşuya yamanalım” diyormuş. Bunu da harika bir kılıfla, insan hakları savunması diyerek pazarlıyormuş. O mahkemelerde avıgat olmaktan besleniyormuş, tanınırlık elde ediyormuş, mahkeme başkanı tarafından “sevilen bir arkadaş” olarak o da ifade ediliyormuş çünkü sistemin içinde hep birlikte Mollie gibi topladıkları kurdeleleri düşünerek tatlı düşlere dalıyorlarmış. İşte bu Avıgatland batsın diyen avıgatın en büyük rolü, adaletsiz mahkemenin kararlarını Kıtaland İnsan Hakları mahkemesine götürmekmiş. Avıgatland’deki her adaletsiz alınan karar, Anneland için Kıtaland İnsan Hakları Mahkemelerinde hazırlanan “shadow raporlar”a dönüşürmüş. Vatandaşın mahkemelerde yaşadığı her adaletsizlik, her isyan, her şikâyet etme duygusu, sisteme inançsızlıkla birlikte İnsan Hakları mahkemelerine giden yolu da teşvik edermiş. Bu mahkemelere insanların gitmesi için kendilerini mağdur eden avıgatların her biri de onlara “yürü ya kulum” diyen mahkeme sistemini elinde tutanlar da rengarenk kurdelelerinin sayısını artırıp dururmuş.