İçimizden, çevremizden, sivil toplumdan birisinin sur içindeki çocukları cinsel istismar ettiğini, korunduğunu, adanın öteki tarafına kaçırıldığını öğreneli 19 gün gibi kısa bir süre geçti. Bir çok şey yazıldı çizildi ama Kıbrıs meselesi yeniden gündemi ele geçirdiği için konu da dikkatlerden silindi. Konuya tek kelime bile yazmayan önemli sayıda sol sivil toplum içindeki insanın istediği şeydi bu. Kendi kimliksel aidiyetlerimiz içinden olması (Kıbrıslı, LGBT, ekonomik sınıfı benzeşen, sanatçı/yaratıcı, suçun mağdurunun ötekileştirilmesi) gibi sebeplerin yanı sıra, solun içindeki önemli bir grup insanın toplum kesimlerine sürekli aşılamak istedikleri görüş “kuzeyde herhangi bir şeyin zaten doğru gitmesi için bizlerin yetkinlik kullanmaktan aciz insanlar olduğumuz, barışa kadar hiçbir şeyi düzeltemeyeceğimiz, çocuk istismarı da dahil hiçbir önemli meselenin dikkatleri Kıbrıs sorunundan uzaklaştırmak için ‘bahane’ olarak kullanılmaması” gerektiğidir. T

ersi noktadan okuduğunuzda, aslında bu grubun içindeki önemli bir kesim, çöküşlerin, yanlışların artmasının Kıbrıs sorununa çözüm bulma gereğini açığa çıkarmakta, halkı “hangi biçimde çözüm olursa olsun yeter ki olsun” noktasına taşıyacak önemli araçlar olarak görmektedirler. Yani çocukların istismarı kendi içinde acil çözülmesi gereken bir mesele değil, anlaşmaya ne denli ihtiyacımız olduğunu kanıtlayacak bir araçsallığa sahiptir sadece. Ama çocuklarımızın (ve sağlıktan, eğitime, bir çok meselede mağduriyet yaşayan insanların) karasevdalısı olduğumuz komşularımızın bizimle eşit iki toplum olarak imzayı atacakları günü bekleyecek halleri ve lüksleri yoktur. O ülkü beklenirken eş zamanlı kendi içimizde çocuklarımızı istismardan nasıl koruyabileceğimizi ve kurtarabileceğimizi irdelemeye devam etmek zorundayız. Sur içinde gönüllü olarak çocuklarla çalışan gruplar var. Sosyal medyadan takip edebildiğim kadarı ile ilk günlerde ilgi onlara döndü. Çocuklardan birisi istismarcının yakın çevresindeki insanlarca yürütülen bir gönüllü grubun içinde olduğu için, onun da oraya girip çıktığı bilindiğinden kaçınılmaz olarak dikkatler oraya kaydı. İlk ilgilenilen, “AB den fon alıyor muydu almıyor muydu” meselesiydi. Gönüllü çalışanlara dönük sağ cenahtan siyasi nitelikte, yine çocukları araçsallaştırmaya devam ederek gerek homofobik yaklaşımları perçinlemek için gerekse, “mersedeslere karşı AB fonları” konusunda foncuların da mersedescilerden daha az nemacı olmadığını göstermek amaçlı eleştiriler geldi (solun sağa sağın da sola yaptığı eleştirilerin belki de en acı tarafı iki tarafın da birbirine harika ayna tutmasıdır-herkes birbirine yaptığı eleştiride haklıdır, kendi dışındakinin durumunu iyi izleyebilmektedir, burada mesele içeride öz eleştiri kaslarını geliştirmek olmalıdır o yüzden). Çocuklar için resmi kurumsal altyapı olmaksızın gönüllü çalışanların AB’den fon alsalar da almasalar da dikkate alınması ve bu süreçlerde konuyu mercek altına toplumla beraber kendilerinin alması gerekmektedir. Çünkü karşımızdaki gerçeklik, kendi aramızdan kişilerin de saldırgan olabileceğini öğrenmiş olmamızdır.

Adayarısı yüzleşme ve ders çıkarma konusunda pek sınıf geçemiyor. İlk günlerde yaşanan panik havasından mıdır nedir, gönüllü gruplardan biriyle ilgili yazılan destek yazılarının gazete internet linkleri kapatıldı (birkaç gün sonra odaktan düşünce herhalde yazılar tekrar erişime açıldı). Bu gönüllü gruplarda çalışmış insanlar hemen çocuklarla çalışmayan, ilgilenmeyen insanların ahkam kesmesine karşı tavır aldı, toplumsal desteğe ihtiyacı olan bu çocukları ancak bu noktada hatırladıklarından dem vuruldu. Oraya gönüllü katkı koyan, bir kaç kez gitmişliği olan epeyce bir insan da romantize ederek desteklerini belirttiler, bu yerin yaşamaya devam edeceğini ifade ettiler. Görebildiğim kadarı ile konu kapandı. Umarım yanılıyorumdur ve bu tip gönüllü oluşumlar bu konu ile ilgili değerlendirmelerini yapıyor, konuşuyor ve cinsel istismar da dahil çocukları olası risklerden korumak için gerekli olan standart prosedürleri gözden geçirmek için zaman harcıyorlardır ve bunu da tez zamanda kamuoyu ile paylaşacaklardır. Çünkü karşılaşılan büyük sorunlardan sonra hiçbir oluşum bunun üstünü örterek aynı şekilde devam etmeyi seçmemelidir. Seçerse, başka bu tip olayların olmasına göz yumacaktır demektir. Çocuklara gönüllü hizmet vermek önemli bir emektir ama böylesi suçları olabildiğince düşürmek için ne adımlar atılacağını söylemeden devam etmenin özrü olmamalıdır. Pek çok kişinin çocukların bir kısmının savunmasız tek başlarına sokaklarda gezdiklerini, bu yerlerin onları sokaktan çektiğini ve oraya sorumluluk yüklemenin haksızlık olacağını söyledi mesela. Bu, öğrenilenlerden sonra farklı adımlar atmadan bu güne dek olan şekli ile devam etmenin gerekçesi olmamalı. Her şeyden önce yabancılara karşı çocuklar da yetişkinler de daha tedbirlidirler. Sokağı iyi bilen çocuk da yetişkin gibi kalkanları havada gezer. Korunaklı büyüyen çocuklardan çok daha olgundurlar bu konuda. Evet risk ordadır ve bir sürü şey her gün olmaktadır. Ama gönüllü ortamlar oluşturulduğumuzda, gerekli tedbirleri almazsak, risk katlanarak artmaktadır. Çocuk kalkanlarını indirmektedir. Çevresinde güvendiği insanlar ve onların arkadaşları olan insanlara karşı yabancılara olduğundan çok daha fazla risk altındadır. Bu konunun hiç ele alınmaması, neler yapılacağının söylenmemesi, bu travmayla nasıl başa çıkıldığının konuşulmaması kaygı vericidir. Sessizlikle unutturulan şey normalleşir. Normalleştirilen bir şeye karşı nasıl önlem alınabilir? Bu toplum bu insanın kaçmasına ön ayak olan insanları kucaklıyor mu, yoksa onlardan da hesap soruyor mu? Sormuyorsa normalleştirmenin boyutu çok yukarıda demektir. Ve bu çocuklar aynı sistematik içerisinde hiç bir şey değişmeden yaşayacaklar demektir.

İki önemli hususu düşünmek gerek, “iyi insandır, sevilir” diye başlayan yayınlar yapanlar oldu, çocuk istismarına yönelik sağlıklı bir tepki değil bu. Kabule, bunu normal görmeye davet çıkarır. Bir başka önemli mesele, çocuklarla çalışan bazı kişilerin, ırkçı söylemlerle yoğrulmuş siyasi yapıların içinde aidiyet bulan insanları da kapsamasıdır. Yıllar önce Arabahmet’te bir konuşmaya katılmıştım. Orada, “kaç yıl kaldıkları, çocukların burada doğdukları önemli değildir, evlerine geri dönmeleri gerek çünkü demografiyi değiştiriyorlar” diyen bir siyasi oluşumdu bu. Dinleyiciler arasından bir kişi “ama bu insan haklarına aykırı” dediğinde “insan hakkı ile alakası yok, bizim kültürümüzün dışında ve değiştiriyor, önemli olan budur” demişti. Bu benim o oluşum içinde aidiyet bulamamamın en birinci sebebiydi mesela. Yıllar sonra da göçmen çocukların okul hakları konusunda bu grubun eski kuşağı ve bazı gençleri arasında yaklaşım farkının devam ettiğini öğrendim. Ama gençlerinin içinde de göçmen çocuklara karşı eski kuşağın yaklaşımına sahip olanların azımsanmayacak oranda olduğunu da gözlemledim. Bu ikiliği o zaman kişilerin insan hakları farkındalığındaki düzeylerinin değişik olmasına verdim. Ne de olsa siyasi oluşumlarda da herkes her konuda aynı yaklaşımlara sahip değildir ve hatta gençlerin değişim yatacağına dair umut besledim. Ama yıllar içerisinde maalesef grup-düşün sorununun ırkçılık lehine çok yüksek olduğunu gördüm. Grup-düşün, kişinin gruptan farklılaşmamak için genel fikre uyum sağlaması ve itirazlarını varsa bile yükseltmemesidir. Yani, göçmenleri dışlayıcı bir zihniyetin hüküm sürdüğü bir yapının içerisinde giderek gruba onay verme halinin artması tehlikesi yüksektir. Dahası, çevresindeki insanların ötekileştirmesi ile barışık olarak aynı yolda yürüyebilmeye devam etmeleri sonucunda bir sinerji yaratmaktadır. Yani onlar da bir şekilde ötekileştirmeyi ve kişileri özne pozisyonundan çıkarıp nesnelleştirmeye gidebilmektedir.

Çocuklarla ilgili sorun da tam burada başlamaktadır. Bu istismar olayında “parası verildi” gibi üstü örtülü şekilde suçu çocuk mağdura atma ve bunu bir “fuhuş” meselesi yapma yaklaşımı da düşünülecek olursa, bu çocukların başına gelenlerin kabul edilmesi, normalleştirilmesi süreçleri, ırkçılıkla iç içe olan gruplarda mesele ile ilgili gerekli adımların atılmasının önüne geçecektir. Geçmişte bir Rum yetkiliyi koruma telaşı içerisinde aynı grupların yaşını başını almış bir adamın 15-16 yaşında çocuklarla “fuhuş” yapmasını sorun etmeyip “yasada 16 yaş rıza içindedir” gibi bir söyleme sarılmaları da grup-düşün noktasının nasıl ırkçılık ve kendi kimliksel merkeziyetçiliğiyle çocukları nesnelleştirdiğini vurgulayan bir örnektir. Orada tercih, Rum yetkilinin eşcinsel olarak tutuklanmasına karşı çıkarak bunu eşcinsel hak mücadelesine döndürmek olmuştur ama tıpkı bugün olduğu gibi Rum yetkilinin çocuk istismarından tutuklanması gerektiğini dillendirmek istememiştir (Rum ve eşcinsel kimlik, göçmen ve çocuk kimliğini bastırıp hak arayışında hiyerarşi kurulmuş, göçmen çocuk ve fuhuş mağduru edilmesi ve cinsel istismar olması göz ardı edilmiştir). Irkçılık kişiyi birey olma, özne olma halinden çıkarıp nesneleştirmektir. O yüzden öteki görülen 16 yaşında bir çocuğun “fuhuş” yaptırılmasında kişinin tutuklanma sebebi olan cinsel yöneliminden çıkarılıp “çocuk istismarı” konusunda ele alınması istenmemiştir.

Benzer şekilde bu son olayda da o yüzden açıklamalar mağdur edilen yaşı daha da küçük olan çocukların para aldığı noktasına sürüklenebilmiştir. Sosyal etkileşim çemberleri bu tip söylemleri şekillendirdiği gibi suçları da şekillendirir. Suç sosyolojiktir, sosyal olarak yaratılan bir davranıştır. Ve maalesef her suç gibi çocuk istismarı da görerek ve taklit ederek artabilecek bir suçtur. Ve daha da korkuncu bu nesnelleştirme yüzünden suçun kopyalarının olması ve çocuk istismarının bu toplumun suç karakteristiklerinden biri olması olasılığı yüksektir. İşte tam da bu sebepten romantize bir şekilde gönüllü çalışan yerlere “tam destek, vardır var olacaktır” gibi sloganlarla konuşmayı bırakıp, çocuklarla çalışan gönüllü veya devlete ait yerlerin tümünün çocuk istismarına karşı nasıl bir önleyici ve kurtarıcı yöntemle hareket edeceğini tartışmaya açmak şarttır.