Geçen hafta Türkiye kamuoyunun Bülent Arınç’ın çıkışını, Mustafa Sarıgül’ün Cumhuriyet Halk Partisi’ne geri dönüşünü ve bu partinin önde gelen bir simasının “O olmasaydı ismimiz Yorgo” olurdu çıkışını tartıştığı esnada, komşu Yunanistan’da çok önemli gelişmeler gündeme damgasını vurdu.
Dört yıldan bu yana komşu ülkeye empoze edilen IMF reçetesinin Yunanistan insanını canından bezdirdiği bir dönemde, Yunan hükümeti çareyi popülizm, milliyetçilik ve buram buram faşizm kokan uygulamalarda arıyor. Geçtiğimiz günlerde, Yunanistan başbakanı ve başbakan yardımcısı Yunanistan Polisi’nin (ELLAS) Çevik Kuvvet birimini devlet televizyonu ERT’in Atina AyiaParaskevi bölgesindeki merkez binasına gönderdi. Bilindiği üzere, geçtiğimiz Haziran ayının başlarında, ekonomik krizden bunalan ve son bir umutla ekonomik kaynak arayan koalisyon hükümeti çareyi bir gece içerisinde ERT’in yayınlarını durdurmakta bulmuştu. Modern Avrupa tarihinde ilk defa bir hükümet –burjuva demokrasisi oyununun kurallarına göre işbaşına gelmiş olan- bir halkın bilgi ve eğlence kaynağının fişini ani bir kararla birkaç saat içerisinde çekiverdi.
ERT’in yayınlarının kandırma, cebir ve şiddet yoluyla kesilmesinden sonra, devlet kurumunun bazı çalışanları hiçbir karşılık beklemeksizin görevlerinin başlarında kalma kararı aldılar. Haziran ayından bu güne dek, ERT’in“korsan” yayınları internet ve Rus uyduları yoluyla tüm dünyaya ulaşıyor. Bu durum, yakın zamanda alternatif, yeni bir devlet radyo televizyon kurumu kurmanın telaşında olan Yeni Demokrasi – PASOK koalisyon hükümetinin hiç hoşuna gitmiyor. Kurulacak olan yeni kurum aracılığı ile hükümet, Atina’nın Ocak ayı itibariyle üstleneceği Avrupa Birliği Dönem Başkanlığı fırsatını kullanıp kendi propagandasını yaymak istiyor. Yeni kurum, hükümete yakın, personel sayısı oldukça az bir künyeye sahip olacak. ERT’in çalışanları bu duruma isyan edip geçtiğimiz haftaya dek devlet kurumunun Atina’daki merkezi binasını hükümete teslim etmedi.
ERT’in çalışanlarının haklı tepkisini “yasa dışı” ve “terörist” bir eylem olarak algılayan koalisyon hükümeti bundan birkaç gece evvel Çevik Kuvvet ile AyiaParaskevi’deki binayı bastı. Polisler şiddet yoluyla “korsan yayına” son verdi ve mikrofonları kapattı. Böylelikle, bir şafak vakti Yunanistan halkları neo-faşizmin ve krizdeki kapitalizmin o bildik yüzüyle tanışmış oldu.
ERT’e yapılan polis saldırısını kabul edilemez olarak gören, ana muhalefet partisi sosyalist SYRİZA bir zaman hesaplaması yanlışına imza atarak geçen hafta sonu Yunan parlamentosunun gündemine güvenoyu yoklamasını getirdi. Sosyalist parti erken seçimler için bu kadar sabırsızlanmasa, önümüzdeki dönemde alınacak yeni kemer sıkma politikalarıyla beraber koalisyon hükümetinin sonu kendiliğinden gelebilirdi. Ama sonuçta SYRİZA tecrübesizliğinin kurbanı oldu. Geçen Pazar günü, 300 sandalyeli parlamentoda koalisyon hükümeti 153 oyla iktidara yeniden tutunabildi.
Avrupa’yı kasıp kavuran sosyal patlama ve ekonomik kriz şartları göz önünde bulundurulduğunda, SYRİZA’nın 21.yüzyıl tarihinde çok önemli bir yere sahip olduğu görülür. Geçen Pazar Troyka hükümetinin sonunu getiremeyen SYRİZA, tüm noksanlarına rağmen bugün Avrupa’da kapitalist kriz karşısında kapitalizm dışı ve sistem dışı arayışlara sahip olan insanların umuduna dönüşmüş durumda. İtalya, İspanya, Kıbrıs ve Türkiye gibi Akdeniz ülkelerindeki solun içler acısı hali göz önünde bulundurulduğunda, Yunanistan’da iktidarı hâkimiyeti altına almaya hazırlanan bu partinin önemi karşımıza çıkar. Evet, SYRİZA’nın hem ideolojik hem yapısal sorunları var ve sorunlar yumağı ayrı bir yazının ana konusunu teşkil edebilir. Ama tüm bu noksanlara rağmen, bir parti faşizme dem vuran bir devlet aygıtı karşısında kapitalist rant yerine insan ve sosyal adalet eksenli sosyoekonomik değişim diyebiliyor, milliyetçi çığlıklarla hümanizmle karşılık verebiliyor ve en nihayetinde toplumun birçok kesimine hitap etme şansını çok kısa bir zamanda elde edebiliyorsa SYRİZA “çok farklı bir yarın için farklı bir umut”tur varsayımı üzerinde durabiliriz.
SYRİZA örneğinin Türkiye için çok farklı bir öneme ve yere sahip olduğu düşüncesini taşımaktayım. Ne yazık ki düşün ve medya emekçileri bugüne dek bu gerçeği gör(e)medi ya da görmezden geldi. Önümüzdeki süreçte, Ak Parti içerisindeki çatlaklara umut bağlayacak türdeki tükenmişliğe boyun eğmek istemiyorsak, Sarıgül’den yeni bir Recep Tayyip Erdoğan yaratma hevesine kapılmayacak ve “O olmasa Yorgo olurduk” türündeki faşist ve ırkçı açılımlara kafa tutacaksak SYRİZA’yı tahlil etmeli, bu olgunun özelliklerinden ve noksanlarından dersler çıkarmalıyız.
Türkiye’deki otarşik, rant eksenli Tek Adam zihniyetinin (Abdülhamit döneminden, Enver Paşa dönemine, Kemalizme ve Erdoğanizme dek) arkasında, bazı tarihi ve sosyolojik faktörler dışında bugüne dek sosyalist, alternatif, kapitalizmin ve liberalizmin eleştirisine dayalı bir düşün sisteminin ve siyasi parametresinin geliştirilmemiş olması yatıyor. 20. Yüzyılın sosyalist jargonuna, SSCB’ye, “izm”lere takılıp kalan bir Sol böyle bir alternatif geliştiremez. Bu ülkede sosyal meseleyi –rant eksenli sömürü ve yönetim mekanizması- ve milliyetçilik meselesini (Türkçülük, Kürtçülük, Alevicilik vs.)- farklı bir perspektiften “okumanın” yolunu arıyorsak SYRİZA örneği karşımızda duruyor…