Adayarısı’nın Başbakanı akademisyen doçent, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı akademisyen profesördür. Politikadan önceki kimlikleri, politikada kendilerini ayrıcalıklı kılan özellikleri hep akademisyenlikleri idi; “hocalar”dı ikisi de.

Şimdi soralım: Memleketin başbakanı ve onun yardımcısı doçent ve profesör titrleri ile politik kariyerleri için çalıştıkları sürelerde aktif maaşlarını akademisyen olarak alan iki insanken, memleketin devlet üniversitesinin evrak sahtecisi doktorasız birisine doçentlik payesi vermesi (doktorası olmayan birisi doçent olamaz) ve hala Adayarısı’nda bir üniversitede bu kişinin barındırılmasına göz yumması bu hükümetle ilgili ne söylemektedir? Kendi alanlarında sahteciliğe göz yuman hükümet başlarının memleketin tamamındaki yolsuzlukları çözmekteki istek ve iradeleri veya samimiyetleri ne düzeydedir? Kendi mesleğine gereken saygıyı gösteremeyen hükümet başlarının bu ülkenin çarklarını döndürmesi gereken, yargı gibi, eğitim gibi alanlarda sağlıklı ve dürüst bir yapı kurma ihtimalleri nedir? Bu sahtecinin intihallerinin (başkasının yazılarını çalıp kendinin gibi atıfsız kullanmak) araştırılmaması için açtığı hakaret davaları ile bir yandan bu yargı sistemini sömürmesi ama öte yandan da intihal ve diploma araştırılması konusunda “ben KKTC mercilerini tanımam” diyebilmesine göz yuman bir başbakan ve yardımcısının herhangi bir konuda bu memleketi düzeltme, temizleme imkan ve olanağı var mıdır?

Tufan Erhürman duyarlı bir akademisyen görünümü ile gazetede intihal konusunda yazı bile kaleme almıştı. O dönemde başbakanın yazdığı gazete ve o gazetenin ekleri intihalli yazı basmamaları konusunda götürdüğüm talepleri ısrarla reddetmiş, intihalci birisini “yıllarını bu topluma verdi” diye başkasının yazılarının altına ismini koyup basmak konusunda engellemek şöyle dursun ardından ödül de vermişti. Başkabakan o dönemde o gazetede aktif yazmaya devam ediyordu. Bir akademisyen özeni ile bu meseleye bakmadığı ile ilgili kuşkularım o süreçte oluşmuştu. Traji komik bir şekilde şimdi ayni gazeteler, hatta ayni gazeteciler haberlerinin “çalınmasından” dolayı mahkemelere koşmaktadır. Mahkeme gerekeni yapacak mıdır? Güçlüden yana bir mahkeme sistemi görüntüsü ile elbette.

Tufan Erhürman idare hukukçusudur, kendisine soralım: Bir evrak sahtecisinin, gerçekten yayınlar yapan bir akademisyeni (denkliği olan diploma hemen gösterilebilir) altı buçuk yıl mahkemede “bana hakaret edildi” diye süründürebilmesi olağan bir durum mudur? Bu evrak sahtecisine üniversite dergisinde intihalli yayın basma izni veren, aynı yıl bu evrak sahtecisine doçentlik veren devlet üniversitesinin başına hiçbir şey gelmemesi iyi bir idare yasası sistemine işaret etmekte midir? Bu üniversitenin hala iki intihalcisini alavere dalavere ile araştırmaması, mahkemede “iki haftada bir derse gelir” diyerek beyan verilmesi, mahkemede bulunmamasına çalıştığı devlet üniversitesine yurt dışından geldiği sebebi gösterilirken, öte yandan aynı üniversitenin bu intihalci ile ilgili “bende çalışmıyor artık, intihalini araştıramam” demesi kabul edilir bir “usul” müdür? İşler “usule” uygunsa, yargının adalete ihtiyacı yok mudur?

Gelelim Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Kudret Özersay hocaya. Kendisi siyasi partiye dönüşmeyeceği sözünü ısrarla verdiği, sadece temiz bir toplum için sivil toplum hareketi başlattığını iddia ettiği Toparlanıyoruz hareketi içerisinde o dönemde intihalle çok ilgileniyormuş gibi mesele ile ilgili akılda kalacak, dikkat çekecek twitler atmış, basına beyanatlar vermişti. Kudret Özersay’ın toplumun hafızasına kaydedilen popüler meseleleri romantik bir tarzla söyleme döndürmesinden intihal de nasiplenmişti kısa bir süre. Gerçi o dönemde el altından tiyatro çevresindeki bir senaryo intihalcisini bize bildirip, bizim açıklamamızda ısrar ettiğinde ve kendisi açıklamayı reddettiğinde intihalin ortadan kalkması için somut adımlar atmaktansa romantik söylemlerle konuyu kendisinin akıllara yerleşmesi için bir araç gördüğüne kanaat getirmiştim. “Bilgileri eskidiği için biz gönderdik” dediği bir “profesörün” bilgileri mi eskimişti yoksa mesela belki master derecesi söylediği gibi yok muydu? Bir devlet üniversitesinden ötekine yollanması herhangi bir siyasi hesabın ürünü olabilir miydi? O zaman Kudret Özersay’a da soralım: mahkemelere diploma ibraz edemeyen, üniversitelere ibraz ettikleri diplomalar da sahte olanların “doçent”, “profesör” oldukları bir ülkede kendisinin sıklıkla kullandığı bu “Profesör” titrinin gereken saygınlığı ve ağırlığı var mıdır? Daha önemli soru, “temiz toplum” şiarıyla yolan çıkan bir hareketin temsilcisi olarak kendi alanında yaşanan bu rezaleti değiştirecek bir sistemi kuramayan bir hükümet baş yardımcısının gelecek seçimlerde söylediklerine halk neden inansın?

İlk söz: Aynası iştir kişinin lafa bakılmaz. Bu ülkenin Başbakanı ve Başbakan yardımcısı bu satırları okumaya devam etsin. Sırada altı buçuk yılda yargı sisteminde başıma gelenler var. Akademisyen bir vatandaşın gözünden yüksek eğitimi anladıktan sonra bir adım atmadınız, yargıyı anlamanızla “hukukçu hocalar” olarak durum farklı olacak mı?