Battaniye özellikle kış günlerinde ihtiyaç duyduğumuz bir materyal. Geçmişte tüm yaşayanları Türk
olan köylere Rum Yönetimi elektrik vermemekte idi. Bu durumda o yerleşim yerlerinde yaşayanların
ısınma araçlarından biri battaniye idi. Çoğu zaman bir battaniye şiltenin üzerine bir battaniye de
yorganın altına konur ve iki battaniye arasına yatarak sıcak bir ortamda uyunurdu.

Şimdi birçok insan klimalarla veya elektrikli battaniye ile ısınmaya ve uyumaya gayret ediyor.

Dikkat ederseniz bir yerde herhangi bir doğal afet söz konusu olunca akla gelen örtünme ve ısınma
aracı yine battaniye oluyor.

Türkiye’nin Van ilinde meydana gelen depremden sonra en fazla talep edilen materyallerin başında
battaniye gelmişti. Tabii bir de barınmak için çadır.

Bir zamanlar aslanlı battaniyeler vardı. 1974 Barış Harekatı’ndan sonra o kadar çok ithalat yapılmış
ki üretici firma Kuzey Kıbrıs’ta yaşayanlardan fazla, battaniye ithalatı karşısında şaşırmıştı. Tabii o
günlerde bu battaniyelerin bir miktarı Kuzey Kıbrıs’tan Türkiye’ye gitmekte idi.

Burada battaniyenin faydalarını anlatmak değil amacım. Battaniye yüzünden yaşadığım inanılmaz
olayı size aktarmak istiyorum.

Sene 1958 veya 1960. Yılı tam anımsamıyorum. Zaten o tarihlerde de 8 veya 10 yaşlarındayım.

Babam Yusuf Yemenicioğlu, evin bütçesini denkleştirmek için çiftçilik yanında ek işler de yapardı.
Örneğin islim veya daha sonraları gaz ocağı tamiri gibi. Malum bunların bekka denen kısımları çeşitli
nedenlerle tıkanınca bunları açma, temizleme veya bozulanları değiştirme işi gibi.

Babam, bunlar yanında Lefkoşa’dan battaniye alır ve köyde isteyenlere satardı.

Bir gün öğlen Larnaka’dan Lefkoşa’ya gidecek Turan dayı’nın otobüsüne beni bindirerek Lefkoşa’ya
gönderdi. Belediye Pazarı’ndaki satıcıdan battaniye alarak yine aynı otobüsün akşam üzeri olan son
seferi ile köye, Üçşehitler’e dönecektim. Otobüs’ün hem sahibi hem de sürücüsü Turan dayıya da
beni Lefkoşa’da bırakmaması tembih edilmişti.

Lefkoşa’ya geldim. Belediye Pazarına gittim. Ama battaniye satılan yer kapalı. Sağda solda
dolaştıktan sonra yine gidip baktım. Yine kapalı. Birkaç kez gittim, belki satıcı gelir ve iş yerini açar
diye. Ama hep kapalı.

Bu arada otobüsün dönüş saatini fark etmedim ve otobüs Lefkoşa’dan ayrıldı. Ben de kalakaldım
Lefkoşa’da.

Ne yaparım ne ederim diye diye Lefkoşa’nın loş sokaklarında bir süre dolaştım. Sonunda karanlık
tam basınca Büyük Han’ın batısında çeşitli iş yerleri yanında Larnaka-Lefkoşa arasında sefer yapan
Lambiro otobüs işletmesinin yazıhanesinin olduğu alana gittim. Yazıhane kapalı idi. Şansımdan
yazıhanenin önünde bir otobüs vardı.

Kapısı açık olduğu için otobüsün içine girdim. Amacım gece orda kalmak sabah Larnaka’ya gidecek ilk
otobüsle köye dönmekti.

Otobüsün ışıkları ile oynadığım sırada biri geldi. Yazıhanenin sorumlusu Mehmet bey idi. Durumumu
anlatınca otobüste geceyi geçirebileceğimi söyledi.

Tabii benim ailenin hayatta kalan ilk çocuğu olduğumu belirteyim. Benden önce annem Hayriye
Yemenicioğlu iki doğum yapmış ama bebekler yaşamamışlar. Beni doğurması için de dokuz ay perhiz
yapmış annem.

Annemin ve doğal olarak babamın, başıma bir şey gelmiş olabileceği telaşını düşünün.

Gecenin ilerleyen saatlerinde babam çıka geldi. Ve beni otobüste buldu.

Ben köye dönmeyince yollara düştüler. Lefkoşa’ya geldiler. Önce Lambiro işletmesinde çalışan
tanıdıkları bir şoföre gitmişler. Tabii adamın benden haberi yok. Beni yazıhane sorumlusu Mehmet
beyden başkası görmemişti.

Sonunda Lambiro otobüs işletmesinin Büyük Han’daki yazıhanesine bakmayı düşündüler ve oraya
gelerek beni buldular.

Babam beni alarak geç saatte köye döndük.