Fransız Devrimi ile ilgili kaleme alınan yeni çalışmalarda çok önemli bir nokta göze çarpıyor. Bu tarihi devrim mitinin arkasında çok ilginç nüanslar saklı bulunuyor. Bu nüanslardan bir tanesi ünlü Bastille Hapishanesi baskını ile ilgili. 20. Yüzyılın ortalarına dek yazılan tarih kitapları bu baskını şaşalı ve süslü ifadelerle resmetmeye çalıştı. Merkez tarih yazımına göre, Fransa’da monarşiye kafa tutan Paris burjuvazisi ve proletaryası büyük bir hışımla bu ünlü hapishaneyi basıp, içeride tutuklu bulunan binlerce tutukluyu serbest bıraktı. Bu bakış açısına göre, hapishanede tutulanların çoğu monarşinin hışmına uğramış insanlardı. Günümüzün modern tarihçileri bu bakış açısını sorgulamaya tabii tutuyor. Bazı yeni kaynaklara göre, baskın tarihinde Bastille Hapishanesinde öne sürüldüğü üzere binlerce “siyasi tutuklu” bulunmuyordu. Şu ana kadar kayıt altına alınmış verilere göre, hapishanede adli suçlardan hüküm giymiş bir avuç mahkum, ensest ilişkiden dolayı hapsi boylamış olan bir aristokrat ve “deli” olduğu öne sürülen bir İrlandalı bulunmaktaydı.
Son dönemde, Kıbrıs Sorunu’nda vuku bulan anlamsız gelişmeler yığınından dolayı sıkıldığım her vakit Bastille Baskını hikayesini ve özellikle talihsiz İrlandalı mahkumu anıyorum. Bünyesinde yer almadığı, büyük ihtimalle hiç önemsemediği bir sokak hareketi vesilesiyle özgürlüğüne kavuşan ve omuzlar üzerinde Paris sokaklarında gezdirilen o mağrur deliyi. Bu adada, profesyonel siyasetçilerin, Kıbrıs Sorunu yöneticilerinin oltasına takılmayan “bizlerin” hikayesi İrlandalı “deli” mahkumun hikayesine benzer. Sürekli bir yığın, anlamsız gelişme vardır çevremizde. Bizim hayat tarzımızı, geleceğimizi, Kıbrıslının mukadderatını bir şekilde etkileyen, olmadı baş ağrısına neden olan, bir sürü “gelişme”. Bizim söz hakkımız yoktur. “Tribünden bakmakla” yetiniriz, “deli” misali profesyonel Kıbrıs Sorunu yöneticilerinin “müsabakasını”. Ne bitmez tükenmez müsabakadır ki bu yarım asırdır sürmekte... Bir tarafta lacivert – beyaz takım, diğer tarafta kırmızı – beyaz takım, ortada bir “top” (Kıbrıs Adası) ve tribünlerde “bizler”, kendisini Kıbrıslı bilenler…
Bastille Hapishanesindeki “deli” İrlandalının hikayesidir bizimkisi. Geçen hafta bu hikayenin yeni bir safhası İsviçre’de gündeme geldi. Yıllar sonra, Kıbrıs’tan çok uzaklarda, Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum futbolunun temsilcileri bir masa başında buluşup Kıbrıs futbolunun geleceğini masaya yatırdılar. “Biz” her zamanki gibi seyirci idik bu gelişmeye. “Deli” tebessümüyle ilkin tarihi bir metnin kamuoyuna sunulmasını izledik. Şaşalı sözlerle Kıbrıs Sorunu’nda yeni bir sayfadan bahsedildi. Ve tam ne olduğunu anlamaya çalıştığımız anlarda Kıbrıs Türk Futbol Federasyonu’nun, şimdiden modern Kıbrıs Tarihine ve dolaylı yoldan Aziz Nesin mizah geleneğine geçen, o meşhur tornistanı geldi. “İmzaladık ama tartışmaya, müzakere etmeye devam edeceğiz”, türünden aklın sınırlarını zorlayan bir açıklama. Bazı kaynaklara göre, bu açıklamanın arka planında Ankara var. Ankara ise bu konuda sessiz. “Hele bir Kıbrıs Türkler ne yapmak istiyor anlayalım, ondan sonra açıklama yaparız”, türünden bir açıklama geldi geçen günlerde Türk Dışişlerinden…
İmzalanan ama anlaşıldığı kadarıyla atılan imzalar sonrası askıda kalan bir anlaşma ve türlü siyasi hesapla(ş)malar… Bizler yine seyirci… Aynen Kıbrıs Müzakerelerinde olduğu gibi... Çoktandır Kıbrıslı umudunu kesmiş durumda bu süreçten. Profesyonel Kıbrıs Sorunu yöneticilerin umurunda değil bu gelişme…
Sonuç yerine Kıbrıslı “İrlandalı deli mahkuma” bir hatırlatma: Kıbrıs Türk tarafının türlü manevraları, Kıbrıs Rum tarafının anlamsız “gol” nidalarıyla gideceğimiz yol, yöneleceğimiz gelecek belli. Görünen köy kılavuz istemez der Anadolu insanı. Bizim görünen köyümüz, bölük pörçük hülyaların ve mikropolitik hesapla(ş)maların adası Kıbrıs.