Her insanın hayatında “AH KEŞKE” dediği ve yaptığı hataları ortaya koyduğu dönemler vardır. Benim de böyle “AH KEŞKE” dediğim zamanlar olmuştur. Bunlar arasında hiç unutamadığım olay, Aralık 2002’de İstanbul’da ATV’de Levent Kırca’nın düzenlediği Siyaset Meydanı programında yaşadıklarımdır.
Bu programda, Kıbrıs’a 1974 sonrasında yerleşen, zamanın Milliyetçi Adalet Partisi Genel Sekreteri Erhan Arıklı “Annan Planını” savunanları “vatan hainliği” ile suçladığı sırada, Kıbrıslı olup olmadığı sorusuna, ‘‘Ben senden de daha fazla Kıbrıslıyım’’ diye cevap vermişti. Bu sözlere çok sinirlenen Arif Hoca yerinden kalkarak “HASSİKTİR” demişti. Bunun üzerine Ali Kırca, Hoca’yı ‘‘Bu tür sözcükleri kullanmanıza izin vermiyorum.’’ diyerek programdan çıkarmıştı.
Bu olaydan sonra neden orada oturmaya devam ettiğimi, neden kalkıp salonu terk etmediğimi hep sorguladım. 12 Aralık 2014 Cuma akşamı KTÖS’de düzenlenen Arif Hoca’yı anma etkinliğinde bu duyguyu tekrar yaşadım. Bu etkinlikte onun yaşamından aktarılanları dikkatle dinledim. Hoca’nın TMT dönemi hakkında “Kıbrıs’ın Savaş Tarihi” isimli kitaplarımda yer alan bazı bilgileri aktararak katkıda bulunmaya çalıştığımda, Sayın Hasan Kahvecioğlu, bunların çok önemli olduğunu ve yazılması gerektiğini vurguladı. Biraz kalın olduğu için okuyucuların kitaplarımdan uzak kaldığını ve okumadığını o zaman anladım. Bu nedenle Arif Hoca’nın TMT döneminden çok kısa birkaç konuyu yazmak istiyorum.
***
1963-1964 çatışmalarında Boğaz bölgesini, Lefkoşa Sancağına bağlı merkezi Fota’da (Dağyolu) bulunan, Arif Hoca’nın Kovan Beyi olduğu, 3’ncü Kovan savunuyordu. Bölgede gizli harekât tekniğinin gerektirdiği çalışmalar yürütülmüş, ikmal, depolama ve eğitimler yapılmıştı. Nizami bir kuvvet şeklinde tertiplenerek belirlenen bir sınır üzerinde muharebe etmek 23 Aralık 1963’den sonra ortaya çıkmıştı. TMT liderliğinden verilen emirlerde kovanlara bağlı olan Petek ve Oğulların bağımsız olarak görev yapması öngörülmüştü. Arif Hoca’nın doğru tespitine göre bu durum emir komuta zafiyeti yaratıyor ve kovan beyinin yetkilerini kısıtlıyordu.
Boğaz’da, şimdi GK Komutanlık karargâhının yerinde bulunan Boğaz polis karakolu, 23 Aralık 1963’de Mücahitlerin kontrolüne alınmıştı. Karakolda esir alınan bir Rum polisi ertesi gün hiç bir zarar verilmeden, Kovan beyinin emriyle serbest bırakılmıştı. Ayni gün Lefkoşa, Girne yolu da Rumların kullanımına kapatılmıştı.
***
Şillura (Yılmazköy) ve Ayvasıl’dan göç eden Kıbrıslı Türkler, Fota (Dağyolu) köyüne yerleşirken, 25/26 Aralık gecesi Rumlar Darboğaz’a girmişti. Darboğazın en hakim yerinde bulunan çok mazgallı İkinci Dünya Savaşı’ndan kalma beton mevzi de Rumların elindeydi. Bölgeye hemen müdahale edilerek Rumlar geri atılmıştı.
Darboğaz çatışmaları Beşparmak Dağlarının önemini ve elde tutulma zorunluluğunu ortaya çıkarmış ve 3’ncü Kovan karargâhı Ağırdağ kamp bölgesine taşınmıştı. Boğaz bölgesi komutanı olan Arif Hoca, kendi imkânlarıyla oluşturduğu güçlerle, Dar Boğaz’dan Lapta yakınlarına kadar olan dağ zirvelerinin tutulmasına karar vermişti. Çok geniş olan Bozdağ, Şahinler, Şato, St. Hilarion ve Doğruyol bölgelerinin savunulması görevi 40 kadar mücahitle, Arif Hoca’nın omuzlarına yıkılmıştı.
Boğaz’da geniş bir savunma cephesi kurulunca, Kıbrıs Ordusunun Kıbrıslı Türk personeli Boğaz’a intikal ettirilerek Ağırdağ kampına yerleşti. Fakat bu personel bölgenin savunmasından sorumlu olan Hoca’nın ısrarlarına rağmen onun emrine verilmedi. Tamamen ayrı tutularak bölgede böylece çift başlı bir yönetim yaratıldı.
***
Girne, ilçe merkezinde 2,800 Rum ve gayri müslime karşılık ancak 696 Kıbrıslı Türk yaşıyordu. Türk semtini savunmak için ancak 50 mücahit vardı. Bölge, Türkiye’nin bir çıkarmasında köprübaşı görevini yapabilirdi. Arif Hoca, Girne’nin elde tutulmasını ve Erenköy’e yapılan personel çıkarmasının bir kısmının Zeytinlik bölgesine olmasını savunuyordu. Bu doğrultuda birçok iş yapılmış hatta deniz dibi ölçümleri de tamamlanarak ilgililere bildirilmişti. Çok zayıf olarak savunulan Girne kalesi ve limanı, mücahitler tarafından işgal edilebilirdi. Böylece Türk Silahlı Kuvvetlerinin, açık veya gizli olarak, hiç bir zayiat vermeden bölgeye çıkması ve adanın her tarafında direnen Kıbrıslı Türklerin yardımına koşması mümkündü.
İlgililerin bilgilendirildiği bir plân çerçevesinde, Hoca’nın emriyle, 30 kişilik bir kuvvetle Boğaz’dan hareket edilerek dört koldan Girne’ye yaklaşılmış ve Girne’ye girmek için emir beklenmeye başlanmıştı. Geceleyin Templos’a (Zeytinlik) çıkarılacak silahlı bir grubun ve Boğaz’dan Girne’ye girecek kuvvetlerin birleşmesi önemli bir olay olacaktı. Ancak son taarruz emrini bekleyen mücahitlere geri çekilme emri verilmiş, beklenen çıkartma harekâtı da buraya yapılmamıştı.
(On yıl sonra 1974 yılında, çıkartma harekâtı da ne yazık yine buraya yapılmayacak, daha batıdaki çıkarma plajına yapılacak ve bu nedenle inen ve çıkan kuvvetlerin birleşmesi geciktiğinden planlanan hedeflerin ele geçirilmesi maksadıyla bütün dünyanın tepki gösterdiği ikinci harekâtın yapılması gerekecekti.)
Arif Hasan Tahsin’le 26 Ekim 2009’da sohbet ederken hala o günlerin heyecanını yaşıyordu. “Lefkoşa’da Küçük Kaymaklı kaybedilmiş, eldeki silahlı güç geriye toplanmış ve iki taraf arasında ateş kes koşulları yaşanırken, Lefkoşa’dan verilecek takviyelerle Girne’nin ele geçirilme harekâtı kolaylıkla ve mutlaka başarıya ulaşacaktı. Türkiye’den gelecek kuvvetlerle de Girne kuvvetli bir direnek noktası halinde tutulabilecekti. Mücahitler bir daha Girne’den sökülemeyecek ve yıllar sürecek bir mücadelede çok önemli bir liman kenti elde bulundurularak önemli bir avantaj kullanılacaktı.
1964 Yılının ilk günlerinde, Türkiye’den eski 27 Mayıs devrimcilerinden olan Kadir Kaplan ve Em. Havacı General Mucip Ataklı (İkisi de tabii senatör olarak bulunuyordu) Kıbrıs’a gelmiş ve Fota köyünü de ziyaret etmişti. Bu ziyaret sırasında Girne’de Rumların yeterli bir askeri güçten yoksun olduğu, girişilecek bir taarruzi hareketle Girne’nin kolayca ele geçirtilebileceği onlara da söylenmişti. Girne’nin ele geçirilmesinden sonra elde tutulabilmesi için de takviye kuvvete ihtiyaç olduğu hatırlatılmıştı.
Bu maksatla o sırlarda, Erenköy bölgesine çıkartılmakta olan Türkiye’deki Kıbrıslı üniversite gençliği gibi Türkiye’den silahlı bir kuvvetin Templos bölgesine çıkartılması da teklif edilmişti. Bu teklifin başlangıçta kabul edildiği ve bölgenin deniz dibi derinliğiyle, kayalık bölgelerin ivedi olarak tespiti istendiği, bu isteklerin gecikmeksizin mücahitler tarafından karşılandığı, Kadir Kaplan ve Mucip Ataklı’ya da hatırlatılmıştı.
Ertesi gün, Lefkoşa’ya sancaktarlığa çağrılmıştım. Serdar Kemal Şemi ne yaptın ki Bayraktarlıktan senin için yazılı ihtar geldi diye sormuştu. Olayı öğrendiği zaman da çok iyi yaptın diyerek ihtar yazılı kâğıdı yırtıp atmıştı.”
Yaşar Nabi, Varlık dergisinin 1 Mart 1964 tarihli sayısında ‘Kıbrıs Durumu’ başlıklı yazıda, Girne bölgesinin o günlerde ele geçirilmesinin önemini sivil bir vatandaş olarak ortaya koymakta ve şunları yazmaktadır:
“Son katliam olayları karşısında Kıbrıs ant¬laşmasının bize verdiği açık hakka dayana-rak, ilk günlerde, adadaki askeri kuvvetimi¬zin kuşatılmış durumda kalmış olmasının bize verdiği ek hakka da dayanarak, Girne’ye bir çıkartma yapıp kısa zamanda belli bir bölme hattına kadar ilerleyerek orada durmuş ve bu bölümde kalan Rumları Adanın öbür bölü¬mündeki Türklere karşı rehine ilân etmiş ol¬saydık fiilî bir taksim meydana gelmiş olurdu ki bundan sonra dışardan gelecek müdahale¬ler ister istemez bu olup bitti üzerinde bir an¬laşma ile sonuçlanacaktı. Bu eşsiz fırsat, barışçı politikamızın, dünya¬nın bu karışık durumunda bir bakıma da haklı titizliği yüzünden kaçırılmıştır.”
Arif Hoca, askeri otoritelerin göremediğini herkesten önce görmüş ve yetkilileri uyarmıştır. Arif Hoca, Kıbrıslı Türkleri hesaba katmayan, onların düşüncelerine değer vermeyen her türlü politik ve askeri güç ve işbirlikçileri karşısında silahıyla ve kalemiyle dik durmasını bilmiştir.