İnsan olan canlı, diğer canlılar gibi, doğar, büyür, yaşlanır ve ölür. Bu, normal bir yaşam süresi için geçerlidir. Çeşitli nedenlerle, insanlar küçük yaşta, gençken veya orta yaşta yaşamlarını yitirmektedirler. Bu zamansız ölümler, hastalık nedeniyle olabildiği gibi kaza sonucu da olmaktadır.
Allah sağlık ve ömür vermişse ülkemizde yaşam ortalaması 60-70 sene arasındadır. Bunun üzerinde olanlarda yok değil. Sanırım onlar standart üstü olan nadir durumlardır.
Çok seneler önce yaşam süresi daha kısa idi. Altmış yaşlarda insanlar yaşamlarını yitirirlerdi. Babam 66 annem ise 69 yaşında yaşamını yitirdi. Son yıllarda, refah düzeyinin yükselmesi, sağlıktaki büyük gelişme ve ilerlemelerle insanların yaşam süreleri de uzamıştır.
70 yıl yaşayan bir kişi 25 bin 550 gün nefes almış ve yaşamış olur. İnsan yaşamı hep kısa olarak görülmektedir. Her ölüm de erken olarak nitelendirilmektedir. İnsan, sağlığını bozan unsurlardan uzak, hareket içeren bir yaşam sürdürürse, sanırım yaşam süresini bir nebze uzatabilir.
13 nisan benim doğum günümdü. 1950 yılının nisan ayında Üçşehitler (Goşşi) köyünde doğdum. Annem Hayriye ve Babam Yusuf’un hayatta kalan üçüncü evlatlarıyım. İlk iki kardeşim doğumdan sonra uzun süre yaşamamışlar. Benden sonra da bir kızları olmuş, o da yaşamamış. Daha sonra doğup yaşayan Özgün kardeşim var. Son doğan erkek bebekleri de yaşamamış. Annemin anlattığına göre, bebekler karnında fazla beslendiğinden beni doğurabilmek için dokuz ay perhiz yapmış.
Halen güney Kıbrıs’ta kalan Lefkoşa-Larnaka yolu üzerindeki köyümüz 200 nüfuslu bir Türk köyü idi. Köylüler, çiftçilik ve çobancılıkla uğraşırlardı. Köyün gençleri okuyanlar daha ileri tahsile, diğerleri de kendi işlerinde veya inşaatlarda işlerlerdi. Bu 1974 öncesine kadar böyleydi. Daha sonra Kuzey Kıbrıs’ta Düzova’ya yerleşildi. Gençlerden okuyanlar arttı. Okumak istemeyenler de sanata yöneldi.
Üçşehitler’de, yaşam tipik bir köy yaşamıydı. Köyün tümü Türklerden oluştuğundan Rum idaresi köye elektrik ve telefon getirmedi. Aydınlatma, lambalarla veya lukslarla olurdu. Isınma ve yemek pişirmeler önceleri odun ocakları ile daha sonra islimle ve en son da tüp gaz ocakları ile yapılırdı. En büyük eğlenceleri hafta sonu Larnaka’ya sinemaya gitmekti.
Bitki örtüsünün zenginliğinden köy kaliteli balı ile de meşhurdu. Ayrıca, yumurta otu, ayrelli, gömeç, gabbar, hostes gibi doğa ürünleri vardı. İnsanlar hem kendileri yerler hem de toplayıp satarlardı. Sanırım benim yeni doğduğum yıllarda, komşu Rum köylerine eşekle, çalı götürüp satanlar vardı. Hem de bir yük çalıyı üç kuruşa. Bu sanırım Kıbrıs lira birimine göre 15 mils.
1963 yılında Rumların Türklere silahlı saldırıları zamanında 13 yaşında idim. 15 yaşında mücahit oldum. Hem okul hem mücahitlik 1969 yılına kadar sürdü. Larnaka Bekirpaşa orta okulundan sonra Lefkoşa Türk Lisesi’ne gittim. 1968 yılında mezun olduktan sonra, köyde mücahitliğe devam ettim. Bu görevden sonra 1969 yılında diğer lise mezunu köylülerimle beraber burslu olarak Türkiye’ye yüksek tahsile gönderildim. İki pervaneli uçakla Adana’ya götürüldük. Oradan da otobüslerle Ankara’ya. Yüksek tahsile giden öğrencilerin hangi şehirde hangi okula gideceklerini belirleyen Öğrenci İşleri Ofisi, gideceğim okulu belirleyene kadar bir süre otelde, daha sonra Ayrancı yurdunda kaldım. Konya Selçuk Eğitim Enstitüsünde okumam öngörüldü. Şimdilerde Konya Selçuk Üniversitesi oldu. Konya’ya gittim 15 gün de okula devam ettim. Sınavlarına katıldığım Siyasal Bilgiler Fakültesini kazanınca Ankara’ya döndüm. Siyasal Bilgiler Fakültesine bağlı Basın Yayın Yüksek okulunu seçtim. Amacım bitirince Bayrak radyosunda çalışmaktı. Okul şimdilerde İletişim Fakültesi oldu.
1973 yılında mezun olup ülkeye geldim. Ülkede işsiz insan çok. Dairelerde insanlar ücretsiz işler, ta ki mali imkan yaratılsın ve maaş alsın. Bayrak radyosuna baş vurdum. ‘Ücretsiz de işlerim’ dedim. Yer yok, para yok dendi ve olmadı.
Köyde işsiz yaşam sürerken Ekim 1973’de Liderimiz, bilahare Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Kurucu Cumhurbaşkanı olan Rauf Denktaş köye geldi. Bitirdiğim okulu duyunca, ‘Lefkoşa’ya gel ve bu beyi gör’ diyerek, Ajans kurmakla görevlendirdiği Sait Terzioğlu’nu gösterdi. Terzioğlu, ismi bilahare Türk Ajansı-Kıbrıs (TAK) olan ajansın kuruluşu için çalışmakta idi.
O günlerde üç ay kadar da ücretsiz çalıştıktan sonra 1 mart 1974’de Türk Ajansı-Kıbrıs (TAK)’da işe başladım. Görev süremde, 15 Temmuz 1974’de Rum lider Makarios’a karşı yapılan darbeyi yaşadım. Bunun sonucu Türk askerinin 20 Temmuz 1974 yılında adaya yaptığı Barış Harekatını yaşadım. Göçü ve göçmenliği yaşadım. Esir değişimini ve nüfus mübadelesini izledim. Rumlarca katledilerek toplu mezarlara gömülen masum Türklerin topraktan çıkarılmalarına şahit oldum.
Barış harekatının ikinci safhasında 14 ağustos 1974’de kuzeyden kaçanlar da dahil yüzlerce Rum, konvoy halinde köye geldiler. Rumların köye saldıracaklarını telsiz çağrıları ile Akıncılara duyurmaya çalışan köylülerin SOS’leri Türk jetlerine ulaştı. Ve jetler Rum askeri konvoyunu bombalayınca köylüler katledilmekten kurtuldular. Bunun üzerine köylülerim ve ailem, her şeylerini geride bırakarak sırtlarındaki elbiselerle köyü terk ederek Akıncılara sığındılar. Daha sonra da kuzey Kıbrıs’ta kendilerine gösterilen Düzova köyüne yerleştiler.
15 Temmuz 1974 pazartesi Ajansa işe geldikten sonra köyüme 2003 nisanında sınır kapıları açıldıktan sonra gidebildim. Evler, okul, cami yıkılmış, mezarlık sürülüp tahıl ekilmiş. Sarı taştan olan baba evi, yıkılmış. Taşlarının satıldığını öğrendik. Köy çevresindeki babutsalardan eser kalmamış. Evimizin yeri askeri alan içine alınmış. Köy diye bir şey kalmadı. Üzerindeki serçeleri avladığımız bir kısım ağaç kaldı. Köy terk edilmiş harabe halindedir. 24 yılımın geçtiği yerler sadece hayalimde kaldı.
1976 yılı Eylül ayında eşim Ziba ile evlendim. Yusuf, Metin ve Onur oğullarım oldu. Gün geldi onları da evlendirdik. Ebru-Yusuf’un Elay, Şirin-Metin’in İlayda, Müge-Onur’un Mira isimli üç güzel prensesimiz oldu. Yaşam kaynağımız şimdi onlar.
TAK’da 16 yıl muhabirlik, 20 yıl müdür ve yönetim kurulu başkanlığı yaptım. Bu ülkemiz şartlarında bir rekor olsa gerek. Nisan 2010’da yaş haddinden emekli oldum. Halen TAK Yönetim Kurulu Başkanlığı yapmaktayım.
Hayat sanki bitmeyen bir koşu gibi. Durmadan yola devam. Önce ilk okul, sonra orta okul ve lise tahsili. Yüksek tahsil istenirse ona devam. Okul bitti, iş arama. İş bulunur veya bulunmaz eş arama zamanı gelir. Sonra çocuklar, onları okutma büyütme koşuşturması. Derken bir bakarsın seneler hızla akıp geçmiş. Bu koşuşturma devam ederken biri 2008 biri de 2011’de iki ciddi ameliyatım oldu. Bütün bu koşuşturmanın nedeni kendimize ve çocuklarımıza iyi bir hayat sağlamak için.
Hayat insana güzellikler kadar sıkıntılar da gösterebilir. Yaşam süresince her günün yeni bir gün olduğunu unutmamak gerekir. Zor günler olabilir. Takılıp kalmamak lazım. İyi yönlerini dikkate alarak hayatın tadını çıkarmak gerekir. Evlatlarla, torunlarla ve de gerçek dostlarla hayatın güzelliklerini en iyi şekilde yaşamak lazım. Unutulmamalı, ömür biter ama iş bitmez.
Geçen yıllara ait bazı anıları aktarmaya çalıştım. Her şeye rağmen nefes alıyoruz. Çok şükür.